Cemal Nar

Cemal Nar

“Devlet Muhalifini Yaratıyor”

“Devlet Muhalifini Yaratıyor”

Yıllardır yaşadığımız olaylardan şunu görüyor ve şu dersleri çıkarıyoruz: artık devlet kendi muhalifini kendisi oluşturuyor ve meydana salıyor. Sonra da onun etrafında kümelenen gerçek muhaliflerini tanıyor, tespit ediyor. Eğer zararlı hale geldiklerine kanaat getirirse, içlerindeki adamları eliyle başlarına bir bela, bir olay sarıyor ve tek tek, ya da topluca işlerini bitiriyor. Bu “danışıklı dövüşe” eskiden “muvazaalı” derlerdi.

Mustafa Kemal’in kendi eliyle bir arkadaşına muhalif bir parti kurdurduğunu, büyüyünce ve kendisine karşı tehlikeli hale gelince de kapattırdığını herkes bilir. Meşhur valinin meşhur sözü bu durumlara her zaman örnek verilir: “bu memlekete kömünizm gerekse, onu da biz getiririz.”

Ya “bu memlekete şeriat gerekse?”

Acaba onu da kim getirir?

Artık Müslümanlar, kuruluşlarında kendilerinin olmadığı dernek, vakıf, parti vb. hiçbir örgüte hem sahip çıkmamalı, hem de kışkırtmalarına kanmamalıdırlar. En azından mesafeli ve ihtiyatlı olmalıdırlar. İşte en son “Ergenekon”un “Hizbullah” oyununu yaşadık hep beraber.

Bu sistem bu oyunları eskiden beri yapa gelmiştir. İşte size tarihi bir örnek: Ahmet Rasih Efendi Adana’da zamanın valisi Eyidoğan’ın güvendiği birisidir. Yıllar sonra yaşadığı bir olayı oğlu M. Serhan Tayşi’ye anlatır:

“Basın tarihinde, meşhur bir Arif Oruç vardır. "Cumhuriyet'in ilk muhalif gazetecisi" gibi unvanlarla zaman zaman hakkında yazılar yazılır. Resmî tarihin anlattığına göre: Arif Oruç, Yarın gazetesinde Atatürk'e bayrak açmış, inkılâpları kıyasıya eleştiren, Atatürk'ün icraatlarını sorgulayan yazılar yazmış. Atatürk önce gazetesini kapatıp susturduğu Arif Oruç'u, yurtdışına sürmüş. Arif Oruç, faaliyetlerine orada da devam etmiş. Yunanistan ve Bulgaristan'da, Türkiye aleyhine yayınlar yapmış.

Babam, gerçeğin hiç de böyle olmadığını, Vali Eyidoğan'ın bir misafiri sayesinde öğrenmiş.

Adana bölgesinin namlı adamlarından biri, Kesebir ailesinin bir üyesi olan bu misafir, aynı zamanda milletvekiliymiş. Valinin odasında babamı görünce, adam çekinmiş. Eyidoğan, “bizden” demiş babam için. Böylece konuşmaya başlamışlar. Babam zaten sivilmiş o sırada.

Laf lafı açmış, babam bir ara "Arif Oruç ne yapıyor şimdi?" diye sormuş. Babam Oruç'un yazılarını ve daha sonra yurtdışına çıkışını hep takip etmiş. Ama Oruç'un epey zamandır sesi çıkmıyormuş.

“Ne yapsın Arif Bey? Kendisine Büyükada'da bir köşk tahsis edildi, emekliliğin tadını çıkarıyor!" demiş adam gülerek.

Babam tabii böyle muhalif bir adama köşk tahsis edilmesini anlayamamış. Adam babamın şaşkınlığı üzerine, gülerek olayın gerçek yüzünü anlatmış:

Arif Oruç, Atatürk aleyhine duruşuyla dikkat çeken bir gazeteciymiş. Yazdığı yazılarla, yaptığı propaganda ile Atatürk’ü her fırsatta eleştirirmiş. Nihayet, Atatürk tarafından mahkemeye verilmiş. Arif Bey de, kararın kesinleşmesinden hemen önce, Edirne üzerinden Balkan ülkelerine kaçmış. Yunanistan, Bulgaristan, Romanya... Bütün bu ülkelerde Türkiye ve Atatürk aleyhine yazılar yazıyor, muhalif gazeteler çıkarıyormuş. Bu yayınlar şiddetlendikçe, Türk Hariciyesi müdahale ediyor, Arif Bey de bir ülkeden diğerine sürülüyormuş. Bütün bu faaliyetler, yaklaşık üç yıl devam etmiş. En sonunda Atatürk "Gelsin, adil bir şekilde yargılayacağız, baskı yapmayacağız" demiş

Gerçekten de mahkeme süreci çok adil oluyor. Atatürk olumlu tavır alıyor, adam beraat ederek, Türkiye'de sessiz sedasız yaşamaya başlıyor. Bilahare de Büyükada'ya yerleşiyor.

O milletvekilinin babama anlattığına göre, bütün bu olanlar, Atatürk tarafından planlanmış. II. Dünya Savaşı'nın çıkacağını sezen Atatürk, özellikle Balkanlardaki siyasi durumu test etmek, kimler Türkiye aleyhine tavır alır onu belirlemek için Arif Oruç'a muhalefet rolü vermiş. Arif Bey de gittiği ülkelerde Türkiye aleyhine çalışıyormuş gibi görünerek, düşmanlıkların derecesini ölçmüş.

Babam anlatılanları duyunca şaşkına dönmüş. "Ben de kendimi bir şeylerin farkında zannederdim, meğer ne dolaplar dönüyormuş!" derdi rahmetli. Bu olayı anlatırken, "Vali Eyidoğan, benim Arif Oruç olayının içyüzünü öğrenmemden rahatsız oldu, bunu belli etti" diye de eklerdi babam.” (M. Serhan Tayşi, Ali Emiri izinde, Timaş y. İst. 2009, s. 71-72)

Evet, başta da dediğimiz gibi, derin devletin bitmez tükenmez oyunlarına karşı dikkatli olmalıyız. Bu kadar sinsi tuzaklardan acaba nasıl kurtuluruz?

Cevabı belli aslında; iyi bir Müslüman olmakla.

Eğer biz Allah Teâlâ’nın yolundan gidersek, dinimizin ölçü ve ilkelerine ihlasla sarılır ve istikametten ayrılmazsak, bilip bilmediğimiz binlerce tuzaktan, Rabbimiz inayetiyle kurtarır bizi. Değilse, bunların bitmez tükenmez sinsi hile ve tuzaklarından kurtuluş ne mümkün!

Zaten başka bir çare de yok, yol da, yöntem de yok.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi