Şehid mücahid Osman Batur
Doğu Türkistanlı Osman Batur (1899-1951) yirminci asrın büyük İslâm kahramanlarındandır. Asıl adı Osman İslâmoğlu'dur, Batur (Kahraman, yiğit) unvanı ona Müslümanlar tarafından verilmiştir. O bu sıfata gerçek layık bir mücahid idi.
Etnik köken olarak Kazak idi. Altay vilayetindeki Köktogay bölgesinin Öndirqara bölgesinde doğdu. Dedesi bir İslâm hocası idi.
1940 yılında Doğu Türkistan'daki Çin zulmü dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. O toprakların gerçek sahipleri olan Müslümanlar eziliyor, bin türlü haksızlığa, baskıya, hakarete maruz kalıyordu. Çinliler yerli halkın elindeki silahları topluyordu. Osman bay, silahını vermedi ve sömürge yönetimine isyan ederek dağlara çıktı. Etrafında mücahid Müslümanlar toplandı. 1943'e kadar Çinlilerle gerilla savaşı yaptılar. 22 Temmuz 1943'te Altaylar bölgesi Çinlilerden temizlenmişti. Bulgun'da yapılan bir törenle Osman Batur Kazak Türklerinin Han'ı ilan edildi. Bilahare Altay Geçici Halk Cumhuriyeti Başkanlığı'na seçildi. Çinliler Osman Batur hareketinin büyüdüğünü, Doğu Türkistan'ın ellerinden çıkmaya başladığını görünce büyük bir ordu ile saldırdılar. Uzun çarpışmalardan sonra, Osman Batur'u esir ettiler. Ellerinden ve ayaklarından bağlayarak zindana attılar. Zindanda ona çok işkence yaptılar. Uyduruk bir mahkeme kurdular. Karar açıklandı. İdam... 19 Nisan 1951 tarihinde kulaklarını ve kollarını kestikten sonra Urumçi'de kurşunlayarak şehid ettiler. Allah rahmet eylesin, mekanı Cennet olsun. (www.kenan.gen.tr. sitesinden özetlenmiştir)
Biz Müslümanlar Osman Batur gibi kahramanları ve mücahidleri tanımıyoruz. Ya hiç tanımıyoruz, yahut yeteri kadar tanımıyoruz ve tanıtmıyoruz.
Bugün Türkiye'de, Doğu Türkistan hakkında kitaplar, albümler, tanıtıcı yayınlar yoktur. Birkaç dernek çalışıyor, o bölgeden göç etmiş vatandaşlar biliyor. Bu kadarı yeterli değildir.
Osman Batur'un ve diğer mücahidlerin hayatları, mücadeleleri, başlarına gelenler romanlara, filmlere konu olacak zenginliktedir.
Tarihi de yeterli derecede bilmiyoruz. Sultan Abdülaziz Han zamanında Osmanlı devletinin Doğu Türkistan'da Yakub Han Bâdevlet'e berat verdiğinden, uzman ve silah gönderdiğinden kaçımızın haberi ve bilgisi vardır?
Bizim en büyük eksiğimiz yazılı-medenî Müslümanlar olmayışımız, şifahî Müslümanlar oluşumuzdur.
Osman Batur elbette bir Kazak kahramanıdır, bir Türk kahramanıdır ama bunların üzerinde bir İslâm kahramanı, gerçek bir mücahiddir. Onu bütün İslâm dünyasına, sadece bir Kazak, bir Türk olarak benimsetemeyiz. İslâmî kimliğini, mücahidliğini ön plana çıkartmamız gerekir.
Doğu Türkistan'da kanlı facialar cereyan ediyor. Din ve iman kardeşlerimiz şehid ediliyor. Orada kanlı bir Müslüman avı başlamıştır. Ülkemizde bu zulmü protesto eden kardeşlerimize teşekkür ediyoruz. Lakin bu protestolar yeterli değildir. Daha çok şeyler yapmamız, etkili olmamız gerekir.
Doğu Türkistan'ı tanıtmalıyız.
Çin devletini ve hükümetini insafa çağırmalıyız.
Dünyayı bu konuda bilgilendirmeli ve uyarmalıyız.
İslâm dünyasını harekete geçirmeliyiz.
Çok güzel, çok faydalı, çok vasıflı yayınlar yapmalıyız.
Çok yakın tarihte İsrail Gazze'ye saldırdığında ne yaptık? Protesto ettik, feryat ettik, heyecanlandık, üzüldük. Sonra ne oldu? Bir müddet bağırdık, çağırdık ve sonra sustuk...
Biz bu kafada gidersek Doğu Türkistan faciası karşısında da bir miktar ağlayıp sızlayacağız ve sonra konuyu unutup, başka konulara geçeceğiz. İslâm dünyasında facialar bitmez ki...
Doğu Türkistan'ın mazlum ve tutsak halkının liderlerinden Rabia Hatun ABD'de yaşıyor. Türkiye'ye gelmek istemiş.Bizim Washington elçiliğimiz vize vermemiş... Niçin? Çünkü Çin'den korkuyoruz. Çünkü Çin'i darıltmak istemiyoruz.
Korkunun ecele faydası yoktur.
Türkiye sadece ezilen Türklerin değil, ezilen bütün Müslümanların hâmisi ve vasisi olmalıdır. Hattâ Türk ve Müslüman olmasalar bile ezilen, zulme uğrayan, öldürülen, kıyıma uğrayan bütün insanların.
Doğu Türkistan için protesto ve tanıtım yayınları yapılacak olursa, hiçbir ücret istemeksizin hizmet edebilirim. Katiplik yapabilirim, yayın işlerinden anlarım bu sahada çalışabilirim. Yaşlandım, taşıma, getir götür işleri yapamam, gücüm yetişmez. Tek şartım: Birlikte çalışacağımız kardeşler hiçbir maddî ücret almayacaklar, bu hizmetler amatörce, gönüllü olarak yapılacak.
Neler yapılmaz ki...
Tasavvufa şirk ve küfürdür diyenler, birliği ve kardeşliği dinamitliyor
Bu memlekette milyonlarca (evet abartmıyorum milyonlarca) tasavvufa ve tarikatlara bağlı/muhib Müslüman var. Bunlar kıbleye dönüp namaz kılarlar, ramazanda oruç tutarlar, hacca giderler, sadaka verir hayır hasenat yaparlar, kadın ve kızları tesettüre uyar. Bunlar Kur'ân'ı imam ve düstur kabul ederler, bunlar Resulullah Efendimizi (salat ve selam olsun ona) çok severler, bunlar Şeriatı ve fıkhı kabul ederler. Bunların Müslüman olduklarına ehl-i Tevhid ve ehl-i Kıble olduklarına, mü'min ve muvahhid olduklarına dair yüzlerce alamet ve delil vardır.
Hal böyle iken aşırı bir fırka mensupları bunları müşrik ve kafir kabul eder. Bunlara yapmadıkları iftira ve hakareti bırakmazlar.
Ne büyük fitnedir bu!..
Tasavvufa ve tarikatlara bu gibi saldırılar yapılırsa Müslümanlar arasında özlenen vahdet, birlik, ittihad, tesanüd, vifak, sevgi, kardeşlik bağları kurulabilir mi?
Yapılacak ilk iş şudur: Sıradan Müslümanlar, birbirlerini şirkle, küfürle, nifakla suçlamayacaklardır.
Birtakım Selefîler, tarikat ve tasavvuf Müslümanlarını şirk ve küfürle suçlamaktan vaz geçsinler.
Bu konuda icazetli ulema konuşsun.
Ulema zaten asırlardan beri ihtilaflı meseleleri incelemiştir.
Ulema bütün ihtilaflı konularda bize hakem olsun. Hangi ulema?.. Kur'ân, Sünnet, Cemaat uleması.
Cumhur-i ulema.
Cadde-i Kübra, Sevad-ı A'zam uleması.
Türkiye'de yeterli sayıda icazetli ulema yoksa, İslâm alemine müracaat edilsin, yetkili fakihlerden, müftülerden fetva alınsın.
İmamı Rabbanî, Muhyiddin Arabî, İmamı Gazalî, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Şahı Nakşbend, İmamı Şârânî'ye benzeri İslâm ulularına küfredilirse Müslümanlar arasında nasıl birlik olacak?
Müslümanların din işlerine, itikad işlerine petro-dolarlar bulaştırılmasın.
Ümmet içinde insaf, itidal hakim olsun.
Türkiyemize bozuk mezhepler ithal edilmesin.
Tasavvuf ve tarikat taraftarı veya mensubu bazı Müslümanların hatâları yok mudur?.. Olabilir. Müslüman, bir insan olarak hatâ edebilir, aşırılığa kaçabilir. Bazıları hatâ ediyor diye tasavvufu ve tarikatı külliyyen, kökten red etmek bir aşırılık değil midir?
Türkiye gölüne Vehhabî mayası tutar mı?
Muhyiddin Arabî'nin Füsusü'l-Hikem kitabına altmışa yakın şerh yazılmıştır. Bu kitaptaki esrarı, hikemiyatı, gavamızı anlamıyorsan sus, karışma. Şeyh-i Ekber'e Şeyh-i Ekfer demeden önce, İsmail Fennî'nin "Vahdet-i Vücud ve Muhyiddin Arabî" adlı kitabını okudun mu?
Bu ülkede tasavvufa ve tarikata şirk ve küfürdür denildiği müddetçe Müslümanlar arasında barış, birlik, kardeşlik hakim olmaz, fitne ve fesat ortadan kalkmaz.
Bunun suçu ve vebali de öncelikle aşırılardadır.
"Umre turizminde kavurma keyfi"
Yukarıdaki başlık dikkatimi çekti ve haberi okudum. Son yıllarda umre turizminde patlama olmuş. Seyahat acenteleri zengin Müslümanlara cazip programlar yapıyormuş. Beş yıldızlı lüks otellerde kalan müşteriler Mekke'den Cidde'ye götürülüyor, Kızıl Deniz kenarında nefis balık ızgaraları yiyorlarmış. Deniz üzerindeki bir dubanın üzerine cami yapmışlar, balıklar ve nefis yemekler yenildikten sonra orada namaz kılınıyormuş.
Müzdelife'de deve kavurması ziyafetleri çekiliyormuş. Sadece deve kavurması değil, yanında bin bir çeşit lüks ordövrler varmış.
Lüks otellerde yemekler, kahvaltılar açık büfe imiş. Ellere tabaklar alınıyor, üzerleri nefis yemeklerle tepe gibi dolduruluyor ve afiyetle yeniliyormuş.
İkindi çayları, kahveleri, nefis dondurmalar, limonatalar, pastalar...
Binbir gece masallarını aratmayacak lüks, israf, ihtişam...
Kabe'ye bakan odalar ve suitler hayli pahalı imiş...
Dönüşte anlatacak ne kadar çok şey var...
Son umrede deve kavurması yedik...
Cidde civarında balık yedik...
Duba üstündeki camide namaz kıldık...
Beş yıldızlı otelde kaldık... Altı yıldızlı yoktu da...
Pencereden Kâbe görünüyordu.
İkindi çayları, hele pastalar nefisti.
Bir eğlendik, bir eğlendik ki, sormayın.
Diyanet'in umre organizasyonu 2001'de sadece 786 kişiyi Mekke'ye götürmüş. 2007'de bu rakam 154 bin 763 kişiye ulaşmış. Müthiş kârlı bir iş... Tevekkeli altı ay kadar önce bir cuma hutbesinde pek yanık umre propagandası yapılmıştı...
(Bayrampaşa cezaevinde kaldığım sırada aynı hapishanenin misafiri olan gazinocular kralı merhum Fahrettin Aslan anlatmıştı: Gazinosunda, yakın dostu birtakım mevlithanlar ve hafızlar için özel bir masa varmış. Onu da bir keresinde umreye götürmüşler. Gazinoya gelirler, yer içerlermiş... Fahrettin bey onlara kırgındı. Ziyaretime gelmediler diyordu...)