Bahçeci Hoca Ve Cihadı
Osmanlının yıkıldığı, yerine TC. nin kurulduğu sancılı ve acılı yıllar. Ve arkasından gelen devrim yılları. Acımasızca İslam medeniyetinin yıkıldığı, yok edildiği yıllar. İslam’ın alimlerine de, ilimlerine de, eğitimine de, yazısına da, kılık ve kıyafetine de, takvimine de kıyıldığı yıllar. Kaçak göçek Kur’an-ı Kerim eğitiminin verildiği yıllar. Batılılaşmanın, çağdaşlaşmanın, “aydınlanma” adı altında pozitivizmin, tanrı tanımazlığın, laikliğin “din” gibi benimsendiği ve devlet eliyle cebir ve şiddetle uygulandığı yıllar. Muhalefetin ezilip geçildiği yıllar. İnsan hak ve hürriyetlerinin unutulduğu, memleketin üstünde sam yellerinin kahredici etkisinin sürdüğü yıllar…
O yıllarda bir çocuk doğar Maraş’ta. Adını Muhammed Kamil koyarlar. (Soyadı Aktaş). Devrindeki imkanlarla okur ve okutur. Etrafını aydınlatmaya başlar. Güzel şiirler de yazar. Maraş’ın minarelerinden hala dinleyebileceğiniz güzel şiirlerdir bunlar.
Hocanın hayatı ve kendine has cihadı çok enteresandır. Onu, tipik bir Maraş’lı olan talebesi Yaşar Alparslan’ın kaleminden okuyalım. Bu bilgiler, Yaşar Beyle beraber Maraşta bir kültür adamı olan sevgili Serdar Yakar’ın rahmetli hocanın şiirlerini derledikleri kitabın mukaddimesinden alınmıştır. (*)
“1909 itibariyle doğan Hoca Efendi tipik bir Maraşlıdır. Maraş şartlarında büyümüş. Şekil karakter almış. Mahallesi Şıh mahallesi. Mevkii de topraklık.
Hoca Efendi okutan aramış. Güllü Hocadan okumuş. Tabii ondan okur okur Kur'an okur. Ama asıl okuyacağa ilmini insandan esirgemez Hakkı hocadan okumuş almış. Ondan Arapça İslâmi ilimler bellemiş. Hat bellemiş. Cilt bellemiş. Kendi ifâdesine göre Farsça da öğrenmiş vs.
O hocası onun sevgilisi. Biricik hocası. Ölünceye kadar saydığı sevdiği biri. Aynen babam gibi üzerine toz kondurmadığı biri. Bir âbide zât.
Ancak bu işe tam kendini vermiş. İyi de bir seviye tut-turmuş. Biraz da kendi okumuş. Çeşitte okumuş…
Hoca hocalığa başlamış. Fakat dönem tek parti dönemi. Hoca tam mücâhid. Tükenmez irâde. Bitmez azim-Arkası gelmez enerji.
Hoca okutmuş. Ancak başı derde girmiş. O aldırmamış. Yine okutmuş. Karakollara düşmüş. Hakaretlere uğramış.
O dönem öyle dönem. Sade hoca değil okutan, okuyan herkes sıkıntı çekmiş. Ciltler kitap tutacak kadar hikâyeler zulümler yaşanmış.
Zannedilmiş dînin dönemi geçti. “Müsbet ilim onun yerini tutar. Dîni insanlar tabiatı öğrenme ihtiyâcına binâen çıkardı. Şimdi müsbet ilimler bu ihtiyâca cevap veriyor. O halde dine ne ihtiyaç var?” zannedilmiş. Kuranlar toplanmış. Meydanlarda yakılmış. Evinde, elinde bulunduran cezalandırılmış.
“Batı tipi hayat, zihniyet içinde şekillenirsek medeniyet, teknoloji, kalkınmışlık olur” zannedilmiş. Kafalar buna göre şartlanmı'ş, şartlandırılmış.
Yanî zorla güzellik yapılmış.
Hayret edilecek bir şey. Toplum yine de içine büzülmüş. Vaz geçmemiş. Şerait yaratmış. Direnmiş. Okumuş. Okutmuş. Kendini muhafaza etmiş, varlığım korumuş.
İşte Bahçeci hoca. Güllü hoca Maraş’ta bu direncin kahramanları. Ölümüne direnenleri. Nesil yetiştirenleri.
Ama şu bir gerçek. Hoca önce sakallıymış. Bakmış her gittiğinde karakolda sakalından mütevellid bir hakaret yaşıyor, sakalını kesmiş. Bir daha da bırakmamış. Bir bıyıkla yetinmiş. O bıyık da pala bıyıkmış.
İlle de bir defasında karakolda yatırmışlar. Üstüne binmişler. Sakalını yular etmişler. Deh demişler onu unutmamış. Sakalı kesmiş. Bir daha bırakmamış. Davayı kurtarmış. O yoldan hakaret bitmiş.
Bu ara devlete de küsmüş. Millete de küsmüş. (Yani evinden dışarı çıkmama kararı almış ve çıkmamış.) Milletin Çocuğunu okutmuş. Onlara millî mâ'nevi değer aşılamış. Milletin gücü yok. Kolu kanadı kırık. Devlet milletten güçlü. Eli, ayağı uzun. Milletin nefes alışına kadar takip ediyor. Tabiatıyla millet sahip çıkamamış. Ama o ummuş. Umduğunu bulamamış, millete küsmüş. Devlet de manevî düşmanı. 0ndan da baskı görünce ona da küsmüş, Daha 1936 larda evine kapanmış.
Evlenmiş, çora çocuğa karışmış.Çocuklar da bir tarafan büyümüş. Oların ihtiyaçlarını evde çalışıp kazananarak karşılamış…”
Hocanın yaman cihadı artık kapandığı evinde sürecektir. Ama içini yakan bir arzusu vardır. Onu da gelecek yazıya bırakalım isterseniz.
(*)Yaşar Alpaslan, Serdar yakar, Muhammed Kamil Ağdaş, s. 18-24.