Hadis mucizesi
Atomun parçalandığını kabul edenler nedense medeniyetin parçalandığını kabul etmiyorlar. Medeniyeti acısıyla tatlısıyla; doğrusuyla eğrisiyle bir paket olarak görenler bunda seçici davranılamayacağını öngörürler. Gerçekten de, modernizm anlamında Batı medeniyetine bigane kalmak mümkün değildir. Modern medeniyet Batı mahsulü olmakla birlikte Batı ile sınırlı değildir ve küresel olmuştur. Onu aşan yönleri vardır. Müslümanların buna karşı refleksi nasıl olmalıdır? Hepsini almak mı yoksa hepsini reddetmek mi? Retçi mi yoksa kabulcü mü olmalıyız? Yani heptenci mi olmalıyız? Modernistler hepsinin alınmasını istemişlerdir. Muhafazakar veya mukalitler ise hepsinin terkini ve reddini istemişlerdir. Sözgelimi modernist isimlerden olan Taha Hüseyin, Arnold Toynbee’nin izinden giderek Müslümanların iki seçenekle karşı karşıya olduklarını ya medeniyeti toptan kabul edeceklerini ya da reddedeceklerini söylemiştir. Seçici olmanın ya da üçüncü yolun kapalı olduğunu ileri sürmüştür. Bu iki grubu (toptan kabulcü ve retçi) Roma karşısında iki türlü bir refleks geliştiren Zealot ile Herodiyanlara benzetmiştir. Taha Hüseyin de Müslümanların seçeneksiz olduklarını ve Zealotvari tepki yerine Herodiyan tarzı tepki vermelerini salık vermiş ve bu anlayışı benimsemelerini ve İslâm şahsiyetinin terk ederek Batı medeniyetine uymalarını ve acısıyla tatlısıyla; yanlışıyla doğrusuyla onu bir paket olarak almalarını öğütlemiştir. Abdullah İbni Amr, Şafii tarikiyle şöyle bir hadis rivayet etmiştir: Sizden önceki milletlerin geleneklerine acısıyla tatlısıyla uyacaksınız… Hadis-i şerifte acısıyla tatlısıyla sabık milletlerin sünnet ve geleneklerine ve yaşantılarına uyacağımızın söylenmesi tam da Taha Hüseyin’in harfi harfine talep ettiği bir hususun haber verilmesidir. Taha Hüseyin’in asırlarca sonraki talebini hadis zaman dürbünüyle zaman ötesinden bize ulaştırmış ve aksettirmiştir (Fethu’l Bari, cilt: 17, s: 135: naklen Ez Zikra fi alamati’s saati es süğra ve’l kübra, s: 107, Halit Abdulalim Mütevelli). Demek ki, hadisler ‘illa vahyun yuha’ denildiği gibi vahiy mahsulüdür ve Taha Hüseyin’in asırlar sonra söyleyeceklerini ve onun gibi düşünenleri ve ötesinde bu teslimiyetçi çığırı haber vermiştir.
¥
Medeniyet tecziye/parçalanma kabul etmez ve parçalanamaz diyenler mugalata ashabıdır. Zira modernizm tek bir kalıp, uygulamadan ibaret değildir ve günümüzde post modernizm aşamasına gelip çatmış ve çatlamıştır. Dolayısıyla Taha Hüseyin günümüzde yaşamış olsaydı böyle bir söz sarf etme lüksüne sahip olmayacaktı. Küreselleşme ve modernizm tekparça ve yekpare değildir. Onun ötesinde, İslâm alimleri medeniyetin dönüşümlü olduğunu görmüşler ve hepsinin birbirinden parçalar ve izler taşıdığını nazara vermişlerdir. Bunu ifade eden kavramlardan birisi telahuku efkar kavramıdır ve bu kavramı İmam Rabbani Mektubat’ın da bolca kullanmaktadır. Bediüzzaman da bu kavramı ondan almıştır. Fikirler demetinin ve keşifler ve teknolojik buluşların birbirlerine eklemlenmesiyle birlikte medeniyet gelişmiştir Yani medeniyetler birbiriyle alışveriş halindedir. Hiçbirisi sıfırdan doğmamıştır. Yalnız baskın unsur ve karakteri değişmiştir. Batı medeniyetinin maddeci oluşu gibi. Bu itibarla, İslâmi şahsiyeti muhafaza ederek Batı’dan veya başkalarından istifade etmek mümkündür. Zaten ister zayıf olsun isterse olmasın selefte böyle bir algının varlığına işaret eden ifadelerden veya hadislerden birisi ‘utlubu’l ilme velev bissini/Çin’de de olsa ilim talep ediniz’ şeklindeki hadistir. Çin’den alınan Maçin’den ve Batı’dan niye alınmasın? Zaten Araplar da öyle yapmışlar. İngiliz sanayisini anlatan sembolik kavramlardan birisi İngiliz sicimidir. ‘Asılacaksan da İngiliz sicimiyle asıl’ demişlerdir. Keza Arap aleminde Alman sanayi mamulleri efsane olmuştur. Lakin yüzyıllar önce Arap diline giren ifadelerden birisi seyfü’l mühenneddir. Yani Hint kılıcıdır. Demek ki Hintliler o zamanın en iyi çelik döken milletidir ve sanayileşmede öncüdürler ve Araplar da Hint kılıcı kullanmakla iftihar etmiş ve övünmüşlerdir.
¥
Demek ki, İslâm’a yabancılaşmadan başka medeniyetlerden istifade edilebilir. Yabancılaşma dinin ruhuyla ve değerleriyle veya eşyayı kullanmakla alakalıdır. Elbette bu anlamda Batı’nın bütün alet ve edevatını kabul etmek ve kullanmak kabul edilemez. Bıçak kullanma ile atom bombasını kullanma arasında dağlar kadar fark vardır. Lakin her ikisi de tarihi bir merhalenin ürünü ve ifadesidir ve o merhaleye yabancı kalmak da Müslümanları kendilerine yabancı düşürür. En azından edilgen kılar. Müslümanlar ya medeniyette öncü olacaklar (ki, asıl olan budur) ve diğer milletlere tabi olacak ya da diğer milletler yeni buluşlarda öncü ise, Müslümanların meydan okumaya karşı mukabelesi sağlıklı olacaktır. Öyleyse burada asıl mesele kullanıp kullanmama seçeneklerinin dışında nasıl kullanılacağıdır. İslâm’ın cevabı daha ziyade kullanma tekniğiyle alakalıdır. Elbette yeni kumar makineleri veya içki çeşitleri ilk örneklerinin hükmünü alacaktır.
İslâm şahsiyeti Müslümanları deve çobanı iken insanlığın çobanı haline getirmiştir. Öyleyse Müslümanların başka medeniyetlerle ilişkileri şahsiyetli olacaktır. Bu anlamda, Hazreti Ömer Kisra hazinelerini getiren heyeti ters karşılamıştır. Ters karşılaması hazinelerle gelmeleriyle değil onların değerlerini ve elbiselerini giyerek gelmeleriyle alakalıdır. Bu manevi yenilgidir. Moğolların Müslümanları ‘tepeledikten’ sonra hiçbir medeni değerleri olmamasından dolayı sonunda İslâm’a teslim olmaları gibidir. Manevi temelleri zayıf olanlar zamanla maddi üstünlüklerini de kaybederler. Kimyaları değişerek egemen oldukları milletlerin manevi istilası ve tasallutu altına girerler. İmam Rabbani’nin Ekber Şah’a karşı mücadelesinin ve Hint kültürünün baskınlığına karşı direnmesinin ve İslâm kültürel havzasını savunmasının temel esprisi budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.