Sosyal buhranlar ve ilahi teselli
İnsanımızın sıkıntısını doğru adreslere götürmemesi, kurtuluş için yanlış adreslere başvurması neticesinde, toplumumuzda baş gösteren iki büyük buhran bulunmaktadır:
1- Siyasî buhran / Güven içinde yaşama şartlarının bitmiş olması
2- İktisadî buhran / Ezen ve ezilen sınıfların çoğalması...
Bu iki sahada, bir asra yakın bir zamandır halkın peşini bırakmayan ciddi krizler yaşanmaktadır. Bu krizleri tesbit ederken, maddi hastalıklar karşısında doktorların takip ettiği yolu izledik:
1- Muayene (Gözden geçirme, araştırma, tetkik ve inceleme safhası)
2- Teşhis (Tanıma, hastalığın mahiyetini anlama merhalesi)
3- Durum hakkında kesin kanaat sahibi olma
4- Reçete yazma (Hasta veya hastalık için kullanılacak ilaç/başvurulacak çarenin belirlenmesi)
5- Tedavi (Hastalığı iyileştirmek için yapılan bakım)
Takip edilen bu usûl, yapılan küçük bir sosyolojik tahlille dahi anlaşılabilecek şekilde, toplum katmanlarında mühim seviyede sıkıntılar yaşandığı neticesini elde etmemizi sağlıyor. Tarih boyunca vahye, hayatı ve onu yaşayacak insanı yaratıp, en iyi nasıl yaşanılacağını da öğreten ilahi öğretiye sırt dönen tüm topluluklar, aynı sıkıntılarla karşılaşmışlardır. Yaşadıkları manevi yıkımları saymazsak, ilgili konularda vahyin temel ilkelerini pratiğe geçiren batıl sistemler dahi, yaptıklarının karşılığını bu sahalarda söz sahibi olarak alabilmektedirler. Ne ki, faize dayalı politikaları, yıllardır yetkisiz ellerde biriktirip, haksız yere alıkoydukları ile oluşan kirli barajın taşmasıyla iflas eden iktisadi çarkları, ‘küresel kriz’ tabiriyle kabullendikleri bir buhranı beraberinde getirmiştir. Bu son, görünürde yükselişte olan ve fakat vahiy temelinden yoksun bulunan her bir iktisadi hareketi bekleyen nihai neticedir. İktisadi yapının muhafazası demek olan bazı normlar, bir de inanarak ameliyede yerini almış olsa, ihtimal ki, inanmadan uygulayandan çok daha üstün bir başarı grafiği ortaya koyulacaktır. Reçete kabilinden İslam’ın iktisadi anlayışını özetleyen birkaç örnek verecek olursak; toplumda tüketime değil, üretime dayalı bir döngü hâkim olmalı, israftan sakınılmalı, ferdi ve toplumsal bazda tasarruf benimsenmeli, zekât aracı kılınarak mali kuvvetin sadece belli ellerde toplanması önlenmeli, sadaka özendirilmeli gibi...
Devlet sahasında başa geçen çarpık anlayış sahipleri, burada da tam bir kaosa neden olmuş, yıllara yayılan siyasi bunalımlar atlatılamaz olmuştur. Kavram kargaşasıyla başlayan keşmekeş (sekülerizm, pozitivizm, laisizm, materyalizm v.d), uygulamada da kendini göstermiştir. Hâlbuki İslam’ın, siyasi sahada olası bir krizin önüne geçmek için koyduğu barikat ve aldığı önlemler bellidir. Devlet yönetiminin öz değerlerini, daha aldığı Akabe bey’atlarının muhtevasında gördüğümüz Hz. Peygamber (s.a.v) ve O’nun ardından gelen raşit halifeler, bunu uygulamalı olarak sergilemişlerdir. Nisa suresi, 58 ve 59. ayetlerde temel prensipleri vaaz edilen devlet, kısaca; adalet, ahlak, akıl-mal-can-nesil-din emniyetinin temini, sulh ve meşru itaat gibi dinamiklere dayandırılmaktadır.
Netice:
Kur’an-ı Kerim, Nahl suresi 112. ayetinde medenî bir ülkenin sahip olması gereken üç önemli özelliği vurgulamaktadır:
1- Güven
2- Huzur
3- Bol rızık (güçlü ekonomi)
Tüm bu mutluluk ve huzur formüllerini ebedi Kitabında, açık ve kolay ulaşılabilir Peygamber’inin sünnetinde adeta deşifre eden İslam karşısında, birileri, bunları uygulamadıkları gibi, geri kalmalarına neden olarak, gerici akım üyesi mürtecileri (!) gösterebilmektedirler. Böyle kimselere ve kendisine ne vaad edildiğini bilmediğinden, dünyaya ilişkin ıslahçı kimliğinden habersiz yaşayan mü’minlere, yüce Allah’ın verdiği şu sözü hatırlatmak istiyoruz:
“Allah, sizlerden iman edip, iyi davranışlarda bulunanlara;
- Kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi, onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını,
- Onlar için beğenip seçtiği dini (İslam’ı) onlar için güç kaynağı yapacağını,
- Ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaad etti. Çünkü onlar, bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl günahkârlardır.” (Nur, 55)
Buhranlara karşı sunulan koruyucu zırhları elinin tersiyle iten günümüz insanı, sosyal yaşamını med-cezirler içersinde sürdürmekte, diğer taraftan manevi desteksizlik ve korunmasızlığının getirdiği ruhi bunalımlarla da baş etmeye çalışmaktadır. Fakat daha kendi ihtiyaçlarını belirlemekten aciz olan insanın, yeryüzü coğrafyasının yönetimi için hevasına göre söz söyleyip, mutluluğu bu yolla temin etme çabası; ruhsal ve sosyal krizler sayesinde, elbette büyük bir hezeyan ile sonuçlanmıştır. Uygulama hatalarına, kendilerine sunulan imkânlar karşısındaki küstah tutumlarına karşın, yüce Allah, kullarını katından rahmetiyle lütuflandırmaya devam etmektedir. Bunca stres ve sıkıntı sebebinin yanında, bağışlanıp, affedilmeleri, dünya ve ukba selametine erebilmeleri için, bereket ve feyezanın adeta kendisi üzerinde sıkıştırıldığı özel gün ve geceler vasıtasıyla, onları müteselli kılmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.