Bir kısım medya uşakları Derecik neresidir bilir mi?
Her türlü menfaatlerini “taptıkları” bir araç olarak gören malum medyanın bazı uşakları, “Derecik” neresidir bilirler mi acaba?
Bilemezler. Nereden bilecekler? Bilseler dahi gidemezler. Nasıl gidecekler? Onların gideceği yerler; lüks döşenmiş ofisleri ve evleri ile yine sadece kendileri gibi imtiyazlı kişilerin uğradığı gizliliklerle dolu, otel, bar ve eğlence merkezleridir.
Sabah uyandıkları andan itibaren herkesten imtiyaz bekler; rüzgâr ekip, fırtına biçerler. Astıkları astık, kestikleri kestiktir. Kimse onlara; “Kaşının altında gözün var” diyemez. Hele bir desinler, gazetelerini ve televizyonlarını savaş silahı olarak kullanıp, ellerinden geleni arkalarına koymazlar. Böylesine kepaze ve rezil bir insanlık anlayışları vardır.
İşte bu tipler, Türkiye’nin İstanbul ya da Ankara şehirlerinin dışında bir başka yeri bilmez ve tanımazlar. Gitmez ve gelmezler. Eğer yurdumuzun herhangi bir şehir, kasaba veya köylerinden birinde geçmişleri varsa, onu da çoktan unutmuşlardır, hatırlamazlar. Çünkü onlara göre hatırlamak veya sahip çıkmak, aşağılık kompleksidir. En büyük hastalıkları da budur.
Şimdi bu adamlar, “Derecik neresidir” nereden bilecekler? Oralara gitmek için yürek ister. Halkla bütünleşmek, yüzleşmek, konuşmak, anlaşmak, cesaret, samimiyet, sahiplenmek ve insanlık ister. Kendi varlıkları dışında hiçbir varlığı kabul etmeyen kişi ya da kişiler, bunları nasıl yapabilirler?
Şemdinli’nin Derecik Kasabası, bugünlerde medyada sıkça adı geçen bir beldemiz. Derecik’e gitmek için Azrail’le ensede yolculuk yapmak gerekir. Birkaç hafta önce Derecik’e Azrail’le ensemde yolculuk yaparak gittim ve geldim şükürler olsun.
Şemdinli’den 60 km uzaklıktaki Derecik’e; dağları, dereleri aşarak yaptığım yolculuk 3,5 saat sürdü. Yol boyu bölgenin güvenliğini sağlayan askerlerimizle kucaklaşıp, selamlaştık. Derecik’e ve köylerine uğradığımızda da vatandaşlarımızla kucaklaşıp, selamlaştık.
Bölgede olup bitenler üzerine bir şey söylemek istemiyorum. Henüz durum net değil. Elde bir kanıt ve belge olmadan eğer her duyduğumuzu ve gördüğümüzü yazacak olursak, yanlış yapmış oluruz. “Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler” diyerek sonucu beklemeliyiz. İşin o kısmına girmek istemiyorum. Gelelim hükümetin Kürt açılımına.
Türkiye’nin hiçbir yerinde “Kürt sorunu” diye bir sorun yok. “Terör sorunu” var. “Kürt sorunu var” diyenler, terörün bitmesini istemeyenlerdir. Bütün Kürtleri bir kefeye koyup, teröre destekçi olduğunu kabul edenler, terörden beslenen çevrelerdir.
Van’dan Yüksekova ve Şemdinli’ye doğru hareket edip, şehri çıktığımızda aracımızın kaptanı gittiğimiz yolu işaret ederek; “Burası dünyanın en paralı yoludur” dedi. Bir anlam veremedim. Çünkü yol otoban değildi. Duble yoldu ve ben saf saf, yol boyunca gişe arayıp durdum. Gişe göremeyince; “Ne demek en paralı yol?” diye sordum.
“Biliyorsunuz, bu bölgede insanların büyük bölümü; çaresizlikten, işsizlikten ve terör belası yüzünden kaçakçılıkla geçinir. İş yok, iş sahası yok, tarım ve hayvancılık yapılamıyor, sanayi zaten sıfır. Ne yapacak insanlar? Haliyle kaçakçılıkla geçiniyorlar. Adı üstünde; kaçakçılık da öyle elini kolunu sallayarak yapılmıyor beyim. Herhalde ne demek istediğimi anladınız” diye üstüne basa basa konuştu.
“Dünyanın en paralı yolunun” uzunluğu, Van’dan Irak ve İran sınırına kadar. Oysa Doğu ve Güneydoğu’nun tamamı, yurdumuzun diğer bölgeleri gibi yeraltı ve yerüstü büyük zenginliklere sahiptir. Hele Şemdinli ve civarında, belki de dünyanın en büyük su kaynakları var. Arıcılık başta olmak üzere hayvancılık konusunda da Şemdinli bulunmaz bir bölgemizdir.
Bu meseleyi tabii ki devlet çözecek. Devlet çözecek ama öncelikle hiçbir din, dil ve ırk ayrımı yapmadan, TBMM’de grubu bulunan ve bulunmayan bütün siyasi partiler ile sivil toplum kuruluşları da işin başında ve takipçisi olacak. Parçalar kaynaşmadan bütünlük olmaz.
Kısacası; teröre endeksli olarak kabul edilen sorunları iyi anlamalı ve tahlil etmeli. Ortada etnik bir sorun yok, acayip ve karışık bir terör sorunu var. Bunun için de oturdukları yerden ahkâm kesen bir kısım medya sömürgecileri ile onları destekleyen çevrelerin; “Bize dokunmayan yılan bin yaşasın, biz testimizi dolduralım da gerisi ne olursa olsun” felsefesinden vazgeçmesi gerekir. Tabii bunun için de ilk sırada ülkemizi ve halkımızı topyekün sevmek ve sahiplenmek gelmeli.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.