Tarikatlar serbest bırakılmalıdır
Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde İslâm dünyasının üç ülkesinde tarikatlar ve tekkeler yasaklanmıştı.
1. Vehhabîler Arabistan'ın kendi hakimiyetleri altında bulunan kısımlarında tasavvufu, tarikatları, tekkeleri, toplu halde zikir yapılmasını ve vird okunmasını yasaklamışlar, bütün kabirleri düzlemişlerdi. 1924'de Mekke ve Medine'yi alınca Mekke'deki Muallâ, Medine'deki Baki kabristanlarındaki bütün Sahabe, Tâbiîn, Selef-i Sâlihîn ve süleha-i ümmet türbelerini yıkmışlar, içlerindeki kıymetli eşyayı yağmalamışlar, her yeri dümdüz etmişlerdi. Peygamber Efendimizin (Sallallahu aleyhi ve sellem) türbesini de yıkmak istiyorlardı ama İslâm dünyasının tepkisinden korkarak bunu yapamamışlardır. Nasiruddin Albanî gibi Vehhabîler bu mübarek türbenin yıkılmasını, Resul-i Ekrem'in kabrinin açılıp nâ'ş-ı azizinin başka bir yere nakl edilmesini ve bu yeni mezarın da düzlenmesini sarahaten istemişlerdir.
2. Hicaz'da tasavvuf tarikatlarının yasaklanması, tekkelerin kapatılması, tarikat usullerine göre zikrullah yapılması yasaklandıktan sonra Türkiye'de de 30 Kasım 1925 tarihinde "Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlar ile Bazı Ünvanların Men' ve İlgasına dair Kanun" çıkartılarak tasavvuf, tarikat, zikrullah yapmak suç ilan edilmiştir. Kanuna göre şu kelimeleri kullanmak da yasaktı: Şeyh... Derviş... Mürid... Dede... Seyyid... Çelebi... Baba... Emîr... Halife... Kanun tarikat elbiselerinin ve serpuşlarının giyilmesini de suç sayıyordu.
3. Sovyetler Birliği'nin işgal ve hakimiyeti altında Müslüman ülkelerde de tarikatlar, tasavvuf faaliyetleri yasaklanmış, tekkeler kapatılmıştır.
4. Suudî Arabistan'da bu yasak din adına, Türkiye'de çağdaşlık adına, Sovyetler Birliği'nde Marksizm-Leninizm adına yapılmıştır.
5. Suudi Arabistan'da Vehhabî çapulcular nasıl türbeleri, tarikatları soydular, talan ettilerse; Türkiye'deki tarihî türbelerdeki ve tekkelerdeki tarihî, kültürel kıymetli eşya yağmalanmıştır.
6. Tarikatları kapattılar ama tasavvufu yasak edemediler. Çünkü tasavvuf gönüllerde idi.
7. Osmanlı devleti zamanında Meşihat'a (Şeyhülislâmlık dairesi) bağlı bir "Meclis-i Meşâyih" vardı, şeyhleri ve tarikatları kontrol ediyordu. Yeraltına inen tarikatlar bu kontrolden mahrum kaldılar.
8. Şu anda Türkiye'de en güçlü ve etkili sosyal güçler, yarı açık yarı gizli çalışan tarikatlardır.
9. Osmanlı devlet-i aliyyesi zamanında tarikatlar sadece dinî-mistik hizmet ve faaliyetler yapmazlar, aynı zamanda yüksek kültür, sanat ve medeniyet hizmetleri görürlerdi. Padişahlar, vezirler, kumandanlar, büyük bürokratlar ve hemen hemen bütün Müslüman halk tarikat mensubu idi, bir şeyhe biat etmişti.
10. Çoğulcu ve demokratik Türkiye'de tarikatların hâlâ yasak olması vahim bir insan hakları ihlalidir. Mustafa Kemal Paşa zamanında Mason locaları da kapattırılmıştı. Sonra 1947'de İsmet Paşa zamanında tekrar açıldı. İslâm tarikatları ise 1925'ten beri kapalıdır. Tam 84 sene...
11. Tarikatlar serbest bırakılsa eskisi gibi hizmet edebilir, faaliyet gösterebilir mi? 84 yıl boyunca büyük kayıplar verilmiş, büyük bir boşluk olmuştur. İyi, geçerli tedbirler alınırsa hizmet edebilirler. İlk alınacak tedbir, tarikatlarda din sömürüsü yapılmaması, müridlerden ve Müslümanlardan para toplanmamasıdır. Açılacak tarikatların başına geçirmek için nereden gerçek ve olgun şeyh bulunacaktır? Bu da ayrı bir mesele...
12. Türkiye'nin İslâmlaşması, Türkiye İslâmlığı tarikat ve tasavuf üzerine kuruludur. Bu bir tarihî realitedir. Mutassıp Vehhabilerden ve yine mutassıp resmî ideoloji bağımlılarından başkası bu gerçeği inkar etmez. Türkiye'de tasavvuf ve tarikatlar darbelenince İslâm'ın ve Ümmet'in temelleri sarsılmıştır.
13. Türkiye'deki tarikatlar loncalar, ahîlik ve fütüvvet teşkilatı ile iş, ticaret, çalışma hayatını da tanzim ediyordu.
14. Osmanlı sisteminde tasavvufun, tarikatların büyük rolü vardır. Sultan Osman Gazi'den, son padişah Mehmed Vahidüddin Han'a kadar bütün Selâtin-i Osmaniye tarikat mensubu idi, bir şeyhe biat etmişti.
NETİCE: Türkiye halkının temel insan haklarını kısıtlayan tarikat yasağı kaldırılmalı, Masonlara hürriyet verildiği gibi Müslümanlara da verilmelidir. Bu konuda gerekli bütün olumlu tedbirler de alınmalıdır.
O kitabı okudum
Muhterem kardeşimiz... Gönderdiğiniz kitabı okudum. Yazar kendisinin Vehhabî olduğunu açıkça belirtmiyor ama bu fırkaya mensup olduğu açıkça anlaşılıyor. Hep İbn Teymiyye'yi referans gösteriyor, Albanî'ye büyük muhaddis diyor. Vehhabîlerin alim kabul ettiği zatlardan alıntılar yapıyor. Taqiyye yapıyor ve Muhammed İbn Abdilvehhab'tan hiç bahs etmiyor. Şu hususları dikkatinize sunuyorum.
1. Kitapta dinî bakımdan çok doğru bilgiler vardır. Bunları elbette kabul ediyoruz. Doğruların yanında bir yığın da yanlış var. Onları kabul etmiyoruz.
2. Kitapta, Ehl-i Sünnet müslümanlığına uymayan yerler vardır. Bunları kabul etmeyiz.
3. Muhyiddin Arabî, İmamı Rabbanî, Bursalı İsmail Hakkı, Gümüşhanevî gibi din ulularına dil uzatılmıştır.
4. Biz Sünnî Müslümanlar Vehhabî ulemasının bu gibi kitaplarını referans olarak kabul etmeyiz, Sünni ulemanın kitaplarını kabul ederiz.
5. Muhammed ibn Abdilvehhab'ın kardeşi Süleyman ibn Abdilvehhab, Ehl-i Sünnet ve Cemaat inancına sahip alim ve fakih bir zattı ve kardeşine karşı "Faslü'l-Hitab..." isminde bir reddiye kitabı kaleme almıştır. Biz Sünnîler iki kardeş arasında ihtilaflı meselelerde Süleyman İbn Abdilvehhab'ın fikir ve görüşlerini kabul ederiz.
6. Nasuriddin Albanî'nin doğru dürüst icazeti yoktur. O, Vehhabîler indinde büyük bir muhaddistir, Ehl-i Sünnet indinde ise büyük bir bid'atçidir. Bu zat aşırılığa ve güluvve sapmıştır. Fikir ve görüşleri bizim için referans olamaz.
7. İsmini vermeyeceğim kitapta doğrular ile yanlışlar, sap ile saman birbirine karıştırılmıştır.
8. Mevlid okumanın hayırlı bir iş olduğuna dair nice gerçek din aliminin kitapları, fetvaları, ruhsatları vardır.
9. İbn Teymiyye'nin ilmi çoktur ama ilmi kadar aklı olmadığı söylenmiştir. Bu zat aleyhinde nice büyük ulemanın reddiyeleri bulunmaktadır.
10. Şam'daki dört fıkıh mezhebinin müftüleri İbn Teymiyye'nin hapsine karar ve fetva vermişlerdir.
11. Bugün kendilerine Selefî diyenler ilk üç asırda yaşamış Selef-i Sâlihîn'in yolunda gitmiyorlar, İbn Teymiye'nin ve Muhammed İbn Abdilvehhab'ın peşinden gidiyorlar. Onların Selefîliği kuruntudan ibarettir.
12. Tevessül ve istigasenin cevazına dair o kadar kitap, resail ve makale yazılmıştır ki, listesi yapılsa bir kitap olur.
13. Ehl-i tevhidi ve Ehl-i Kıbleyi kolayca tekfir edenler büyük bir vebal altındadır ve mü'mini tekfir ettikleri için kendilerinin küfre düşmelerinden korkulur.
14. Kendi krallarına Celaletü'l-Melik'il-Muazzam diyorlar, sonra da Yâ Resulullah diyen Sünnî Müslümanı şirk ve küfürle suçluyorlar. Kardeşinin gözündeki saman çöpünü görüyor, kendi gözündeki merteği görmüyor.
15. Zayıf hadîs, mevzu hadîs demek değildir. Zayıf hadisten itikad, fıkıh, din hükmü çıkarılmaz ama Kur'ânla ve sağlam hadîslerle müeyyed amellerin tergibi ve teşviki konusunda onların zikr edilmesine rasih ve sika ulema izin vermişlerdir.
16. Ehl-i Sünnet Cadde-i Kübra-i İslamiye'dir. Vehhabîlik dar bir yoldur.
17. Bütün Ehl-i Sünnet ve Cemaat uleması, fukahası, müftüleri Vehhabîliğin bir bid'at fırkası olduğunda müttefiktir.
18. Vehhabîlerin itikadıyla Ehl-i Sünnetin itikadı arasında uyuşmazlıklar vardır.
19. Ehl-i Sünnet ile Vehhabîlik arasında ne kadar ihtilaflı mesele varsa, bunların tamamında Ehl-i Sünnet haklıdır, Vehhabîlik hatâlıdır.
Biz kimseyi şirk ve küfürle suçlamıyoruz. Bu, ulemanın, müftülerin işidir. Vehhabî kardeşlerimizden çok rica ve istirham ediyoruz: Lütfen taqiyye ve kitman yapmasınlar. Çok açık, çok mert şekilde Muhammed ibn Abdilvehhab'ı imam kabul ettiklerini, Ehl-i Sünneti sapıklıkla, bid'atle, şirk ve küfürle, irtidatla suçladıklarını beyan etsinler.
Vehhabîlerin dedikleri doğruysa şu 72 milyonluk Türkiye'de kaç gerçek mü'min kalır?
Ehl-i imanı, Ehl-i Tevhid-i, Ehl-i Kıbleyi, musalli ve mütedeyyin Müslümanları tekfir etmesinler, Allah'tan korksunlar. Peygamberin ruhaniyetinden hayâ etsinler, Mahkeme-i Kübra'yı düşünsünler, titresinler.
İslâm'a, Kur'ân'a, Tevhid'e rızaen lillah, hasbeten lillah, muhlisen lillah, garazsız ivazsız, dünyevî ücretsiz, petro-dolarsız hizmet etsinler.
Cadde-i Kübra'da, Sevad-ı Azam içinde olsunlar, darlıktan genişliğe çıksınlar.
Cumhur-i ulemaya muhalefet etmesinler.
Şazz, aykırı, aşırı fikir ve görüşleri bıraksınlar, dinde orta yolda olsunlar. Resulullah efendimiz (salat ve selam olsun ona) Ümmetimin çeşitliliği geniş bir rahmettir buyurmamış mıdır?