Hem kadın hem de yazar olmak çok mu zor?
Fırsat buldukça bacak bacak üstüne atmayı ben de severim...
Çünkü bacaklarım ağrıyor... Öylece dinlendiririm.
Ama büyüklerim karşısında asla bacak bacak üstüne atmam...
Topluluk, ya da kamera karşısında da öyle...
Benimki sanırım babadan kalma bir alışkanlık: Ben babamın kendisinden yaşlıların olduğu mekânda, hatta benim karşımda bile bacak bacak üstüne attığını hiç görmedim.
Beni de büyüklerim görmemiştir.
Şimdi durumlar farklı: Şimdiki gencecikler karşılarında kim olursa olsun, bacak bacak üstüne atıveriyorlar.
Annesi, babası, dedesi, ninesi karşısında küçücük bir kızın bacak bacak üstüne oturması, yaşım gereği olabilir, ama bana “sempatik” gelmiyor.
İki sebepten dolayı tedirgin oluyorum:
1. O oturuş tarzıyla insan çok umursamaz gözüküyor...
2. Osmanlıların bacak bacak üstüne atmadıklarını biliyorum.
Bu tamamen Batı’dan bize geçen bir oturuş tarzı.
Zaten ceddimiz minderlerin üstüne oturduğu için istese de bacak bacak üstüne atamazdı...
Bacaklarını da asla uzatmaz, altına alır, edeple bağdaş kurardı.
Osmanlılar “edepli” olmayı önemserlerdi. Yürürken, konuşurken, otururken, kapalı bir mekâna girerken, mekândan çıkarken, selam verirken, hal hatır sorarken “edeb”i elden bırakmazlardı.
Ayakları yere vurmak, selâmsız mekâna girmek, büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atmak, bağıra-çağıra (çığıra) konuşmak, büyüklerin hatırını sormamak “edepsizlik” sayılırdı.
“Edeb yahu!” serzenişi ağır suçlamalardan biri sayılırdı...
Bunu çerçeveleyip duvara asmışlar, “Edepsizlikten ve edepsizlerden beni koru Allah’ım” duasını “vird” edinmişlerdi.
Bu yüzden eski Osmanlı resimlerinde, fotoğraflarında, tablolarında, minyatürlerirde bacak bacak üstüne atmış insanlar gösteremezsiniz. (Tanzimat öncesinde, çünkü Tanzimat sonrası Batılılaşma sürecinin resmiyet kazandığı bozulma yıllarıdır).
Dediğim gibi, 1800’lerden sonra Batı’dan geçti bu oturuş tarzı bize.
Gösteriş tutkumuzu da aynı tarihlerde yine Batı’dan aldık.
O tarihe kadar Osmanlı insanı gösteriş, gurur, tepeden bakma bilmezlerdi.
Koskoca sadrazamlar mütevazı konaklarda otururlardı. Hiyerarşi açısından Avrupalı krallarla eşit sayılan Osmanlı sadrazamlarının konakları Avrupalı kralların saraylarıyla boy ölçüşmeli iken, Batılı sıradan aristokratların oturdukları şatolarla dahi boy ölçüşemezler. Onların yanında “müştemilat” gibi kalırlar. Bu yüzden pek az sadrazam konağı günümüze gelebilmiştir.
Çünkü Osmanlı “görüntü”nün değil, “muhteva”nın peşinde idi.
Biz muhtevayı safdışı ettik, görüntüyü kurtarmaya kilitlendik...
Giyim-kuşam, hal-tavır, eda-gurur!
Kulakları işitmeyen biri ekrandaki görüntülerimizi seyretse, hangi dinden, hangi milliyetten olduğumuzu kestiremez.
“Başörtüsü farkı var!” diyeceksiniz.
Ama o da iğreti: En azından ekrandaki kadın yazarımızın başında öyle duruyor...
Lisan-ı haliyle, “Önemli değil, öylesine örttüm işte” der gibi duruyor!
Savruk tavırlarıyla, kadın yazarımız tam bir Batılı: Biraz havai, biraz bilgiç, biraz edalı, oldukça gururlu, kısmen saldırgan, biraz tenezzülsüz, biraz da “Küçük dağlar benden sorulur” havasıyla bizden ziyade “onlar”a benziyor!
Fıtratındaki “Müslüman kadın” kimliğiyle, sonradan eklemlenme “Batılı kadın”lığı kıran kırana savaşta...
Ekrandan pek kimsenin duyamadığı yumruk sesleri geliyor!
Bayan yazar, seyircileri de programcıyı da umursamaz bir tavırla bacak bacak üstüne atmış...
Bu tür oturuş Anadolu insanının gözlerini de ruhunu da yorar. Bu tür oturuş toplumumuzun büyük kesimini rahatsız eder. Ben öyle bulmasam da, eskilerimiz oturuş tarzıyla “edep” duygusu arasında ilişki kurarlar... Yadırgarlar, yabancılarlar... Ve “allame-i cihan” olsa dinlemezler.
•
Batılı zafiyetlerimizden dolayı hemcinslerimden çoktan umut kesmiş, fıtratının gereği olan sevgisinden, şefkatinden, merhametinden, inceliğinden ve hayatı derinden kavrama kabiliyetinden dolayı kadın entelektüellerimizi umutlaştırmıştım. (Yazdıklarım şahit).
Fakat son yıllarda onlara da bir haller oldu. Kadınlaştıkça güçleneceklerini unutup “erkeksi”leştiler. O kadar ki, bu görüntüyü artık başörtüsü de kurtaramıyor.
Zaten baş örtme stillerinde bile “entel” bir “büyüklenme” saklı gibi...
Belki de haksızlık ediyorum...
Kim bilir belki de bazı kadın yazarlarımızın beni çoktan sollamalarını kıskanıyorum!
Kim bilir?
Sahiden de bilmiyorum: Acaba hem kadın, hem de yazar olmak mümkün değil mi?
Bazıları nasıl başarıyor?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.