Yazıları savsaklamayalım
Vicahi olarak kendisiyle son görüşmemiz Bolu Esentepe’de Yim-Der’in bir seminerinde olmuştu Prof. Nurullah Aydın Beyefendi ile internet ortamındaki bir yazısından alıntıladığım paragrafta şöyle yazıyor: “Yılın ilk yarısında geçen yılın aynı dönemine göre 13 kat açık veren bütçenin faturasını vatandaşa kesen AKP iğneden ipliğe ne varsa zam yapacak. 37 maddelik zam paketi hazırlayan hükümet böylece vatandaşın cebinden 56.6 milyar TL gelir elde edecek. Zam paketinin 7 maddesi yürürlüğe girerken kalan 30 maddenin de çok yakında uygulanması bekleniyor.
Planda neler var?*Yurtdışı çıkış harcının 30 TL’ye çıkartılması. *Hususi araçlarda MTV’nin bir taksit fazla alınması. *Emlak vergisinin bir taksit fazla alınması. *Yol ve köprü ücretlerinin % 20 artırılması. *Gelir vergisi stopajında istisna ve muafiyetlerin yeniden düzenlenmesi. *İlaçta katılım payının emeklilerde yüzde 10’dan 15’e, çalışanlarda yüzde 20’den 30’a çıkartılması. *Sağlık personeline döner sermayeden yapılan katkı payı ödemesinden yüzde 15 kesinti yapılması. *Mal ve hizmet alımlarına tasarruf genelgesi ile sınır getirilmesi. *Kamu idarelerinin taşıt alımlarının durdurulması. *KÖYDES ödeneklerinden yüzde 20 tasarruf yapılması. *IPA kapsamında yapılacak ulusal katkı ödemelerinin bu yıl için durdurulması. *Kalkınma ajanslarına aktarılacak tutarın sınırlanması. *Diğer sermaye transferlerinden tasarruf yapılması. *Sokak aydınlatma bedellerinin tüketicilere yansıtılarak ödenmesi. *Belediyelere vergi gelirlerinden verilen payda kesinti. *Maaşa esas haftalık ders saat ücretinin 15 saatten 20 saate çıkartılması. *Memurlara verilen toplu görüşme priminin kaldırılması. *Ticaret odalarına verilen sicil ticaret harç payının yüzde 25’ten 10’a indirilmesi. *Barolara verilen yargı harç payının yüzde 3’ten 2’ye indirilmesi.” Sayın Nurullah Aydın bu yedi maddenin peşinden 30 madde daha gelecek diyor ki; eğer Erhan Beyin söylediği Ekim dip dalgası bizleri titretmeğe başladığında titreye titreye kendimize dönmek kâbil olacak mı? Sorusu akla geliyorken işin tedavi tarafına kimsenin kalem oynatıp, çene patlattığını ne görüyoruz ne de duyuyoruz. Siyaset ve ordu, yükseliş ve çöküş gibi her biri yüzlerce sahifelik kitap çapında ciddi tetkik isteyen mevzuları 66 satırlık, sümme tedarik bir yazıyla ortaya koymak istersen vahim hatalar içinde yüzersin. Rektör profesörün Türkiye’yi AB’ye tâbi kılma anlayışına temas edelim mi diye iki ara bir deredeyken yeni hatalar hem de vahim hatalar ortaya döküldü. Tabii ki Prof.’un bilmemesinden değil bu hatalar, hâtta bilgisi engindir de, fakat yazıyı savsaklamaktan kaynaklanıyor. Meselâ sayın Prof. Sultan Abdülaziz'in hem de Yıldız Mahkemesinin idamla kararlaştırdığı Cezayirli Mustafa, bir başka Mustafa pehlivanların katil işinin fâili olduklarını tespit edişini bilmez mi? Bilir. Mabeynci Fahri Bey'in bu işin fâillerinden olarak hüküm giydiğini bilmez mi bilir. Serasker Hüseyin Avni Paşa'nın, sarayın haremine yönelmiş çirkin emellerle dolu bakışlarına rağmen onu seraskerliğe bir daha getiren Sultan Abdülaziz değil mi? Allah’tan çok sonra bir Çerkez Hasan Bey adlı genç yüzbaşı Midhat Paşa'nın Edirnekapı'daki konağında Eşekçi Hüseyin Avni'yi bir sürü uşağını tahtalı köye göndermedi mi? Yâni Sultan Aziz'in kaimbiraderlerinden olan Yüzbaşı Çerkes Hasan Bey'in olaydan iki gün sonra yaralı olduğu halde asılarak idâm edildiğini bilmez mi? Midhat Paşanın, Mürecim Rüştü Paşa'nın mülki erkandan paşa olduklarını bilmez mi? Bu harekâtta Eşekçi lakaplı Hüseyin Avni Paşa ile Askeri mektepler nâzırı ve 93 savaşının kahramanlarından Süleyman Hüsnü Paşa vardır asker olarak. Nitekim eski sadrazamlardan Yusuf Kâmil Paşa müessif olay için en net şekil de: "yıllardır olmayan bir vak'ay-ı fitneyi ihya ettiniz iyi b.k yediniz" dediğini, Profumuz bilir de, deryalara sığmayacak mevzuuyu böyle 66 satıra bağlamağa kalkarsa çok geniş ve mühim bir olayı ne kadar hafife aldığını gösterir değil mi Efendim.
Girişilen konu da, sanıyorum temel hedef, askerin siyasete karışması. Daha evvel bir kanaat belirtirken, Yargıtay Onursal başkanlarından Sayın Sâmi Selçuk Beyefendinin görevi aslisi olan başkanlığı döneminde, basın ve tv aracılığıyla anayasa, hukuk tatbiki, nazariyesi hakkında hepimizi aydınlatan açıklamalar yapıyordu ve bunların biz de bulunmadığını, bulunması lâzım geldiğini söylüyor ve de görevini ise mer'i yapı içinde ortaya koyuyordu. Kanunun tanımadığı hiçbir olayın içinde de olmuyordu. İki tane teneke fabrikası olan fabrikatör, ülkenin her çeşit meselesinde tahlil, tenkit ve açıklamalar yapacak, bir milyon kişinin üst komuta heyeti konuşamayacak! Hayır konuşsun ancak, yukarı misaldeki Sâmi Beyefendi gibi yâni, o nasıl bir hukukçu olarak görüşlerini vatandaşlık görevi gereği söylüyor benim söylediklerim, şu andaki görevime tatbik ederim mânasına gelmediği gibi, komutanlar da, bir vatandaş olarak tavsiyesini ortaya koyacak, vazifede olduğu müddetçe mer'i kanunlara bağlı olarak işini yapacak.
Öte yandan kendisini çok beğendiğim, yurtdışında akademisyen olarak vazifede olan yazılarından zevk ve bilgi aldığım beyefendi kardeşimiz de, karşı mahalleden birinin, biriyle yaptığı söyleşide bugün yaşadıklarımızı: ‘Rumeli kökenli cumhuriyetin, Anadolu kökenli bir cumhuriyete dönüşme süreci’ şeklindeki saçma ve kesinlikle ret edilmesi gereken tespite iştirakini asla doğru bulmadığım gibi o karşı mahalledekilerin bu tespitini yeni bir bölünme mevzuunun ihdası niyeti taşımamasını temenni edelim.
Böyle bir tespit Kürt/Türk ayırımından, daha vahimdir. Hamd olsun ki; cumhuriyetin kuruluşunda en baştakiler dahi evlâd-ı fâtihandır, kimisi Konyar’lar denilen Konyalı asil sülâlelerin, kimileri de Çankırı’nın Sipahizâdelerinin altı asır Balkanlarda İslâm ve Osmanlıyı sürdürenlerin çocukları. Kimileri de; 1330’larda yine Balkanlara devleti âliyenin emriyle Çorum'dan gönderilmiş Şeyh Mestan Efendi ve o topraklardaki lakabıyla Hayreddin efendi hazretlerinin ve nice ilm-i şecereye merak salmamış Anadolumuzun asil çocuklarının asil torunlarının Rumeli mahsulu komutan ve yöneticilerin doğum yerlerini değil, şecerelerine bakıp Rumeline nerelerden gelmiş olduklarına bakmak lâzım. Bağımsızlığına düşkün, adl ve insaniyete saygılı kimselerdi o insanlar. Sokullu Mehmed Paşa'yı ve onun gibi nice hizmet-i islâmiye ve Osmaniye de bulunmuşları, devşirme diye küçük gören zihniyeti ret gerekir. Korkarım karşı mahalleden yapılan böyle bir tespit evvelâ haksızlık doğurur. Daha sonra da, şuyuû, vukuûndan beter bir tahrik ve tehdit çağı açar ki; düşman başına versin Allahımız. Yoksa düşman başına vermesin mi denir?
KIBRIS’DA 35 YIL
Milli görüşün 1973 seçimleriyle TBMM’de var oluşu, dokuz ay sonra MSP-CHP koalisyonuyla 1878’den beri Kıbrıs semalarına uzanan bayrak direklerinde dalgalanamayan Ay-Yıldızlı al sancağımız dalgalanmaya 20/Temmuz/1974’de ordumuzun ve siyasetin iradesinin ittifakı dünya tarihinin en başarılı amfibi harekâtını gerçekleştirerek Lozan’da alınamayanı almayı bildik Elhamdülillah. Hiç kimse şüphe etmemelidir ki, bu zaferin siyasi muharriki milli görüştür. Muhterem Erbakan’dır. Ne çâre Temmuz sonuna gelirken SP’nin hiçbir ilçesinde o günleri anacak toplantıların ne çağrılısı olduk, ne dinleyicisi yazın sıcaklığı, mahalli seçimdeki neticenin biraz iyileşmesinin rehavetini atıp, bu büyük zaferin yâdını AGD’den ve SP İlçe teşkilatlarında yapılacak toplantılarla anılmalıdır. Derim. Fiemanillah.
Not: Târihçi Halil İnalcık; bir dezenformasyona ya alet oluyor, yahut bir orijinallik ortaya atıyor. Osmanlı devleti İslâm anlayışının Anadolu Selçukilerinden 1299'da almış olduğu sembollerle ilân edilmiştir. Yok zafer kazanmadan hakan olunmaz gibi ifadeler sümme tedarik hususattır. Târihimiz üzerinde gayridini ve gayrimilli bir operasyon mu acaba?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.