Sıkı durma zamanı
“Derin devlet”, “Ergenekon”, “Gladyo”, “Kontr-gerilla” vesaire... Tamamı toplumu kendi kontrollerindeki bir merkezin güdümüne vermeye çalışan oluşumlardır.
Ama korkmayın, bu konuda bizim millet şerbetlidir. Kolay kolay güdüm altına girmez!
Nereden biliyorum derseniz, kendimden biliyorum.
İlkokula başladığım günlerde, “En çok kimi seviyorsun?” sualiyle başlayan “biçimlendirme”, lise çağları sonuna dek sürdü. Ailede öğrendiğim gibi “Allah’ı seviyorum” desem öğretmenim, “Atatürk’ü seviyorum” desem ailem üzülüyordu. Sonunda işin “püf noktası”nı keşfettim: Evde “Allah’ı seviyorum” dedim, okulda “Atatürk’ü...”
Ailem de, öğretmenlerim de mutlu oldular, ancak ben hâlâ mutsuz, travmalar (sarsıntılar) içinde hâlâ vuruktum.
Okulda ezberletilen “Onuncu Yıl Marşı”nı bizim eve taşıyıp babamın seferden döndüğü akşam bağıra bağıra keyifle okuduğumda, tıpkı öğretmenlerim gibi, babamın da sevineceğini ve beni ödüllendireceğini sanmıştım.
Fena halde yanıldığımı, babamın suratı düşünce anladım. Neye uğradığımı şaşırdım. Anladım ki ikiyüzlülük bir yere kadar işe yarıyor! Koskoca öğretmenler bunu bilmiyorlar mıydı? Biliyorlardı ise, bizi neden ikiyüzlü olmaya zorluyorlardı?
Babam sevinir umuduyla bangır bangır okumaya başladığım “Onuncu Yıl Marşı”nı, babamın suratı asılınca, mırıltıya gömdüm: “Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan...”
Ellerini iki yana açtı babam: “Hani göster bakalım” dedi, “nereleri örmüşsünüz demir ağlarla?”
“Örmedik mi?” diye sordum şaşkın şaşkın.
“Örmediniz elbet” dedi, “sadece Ankara ile Sivas arasına tek hat döşediniz. Onyedi senelik kesintisiz iktidarın tüm eseri bundan ibaret mi olmalıydı?”
“Padişahlar bunu bile beceremedi ama” diye savundum bana öğretilenleri...
“Öyle mi sanıyorsun? Peki, İstanbul’dan İzmit’e, İzmit’den Ankara’ya, İstanbul’dan Konya’ya, Konya’dan Halep’e, oradan Bağdat’a, oradan Hicaz’a demiryolu hattını sen mi döşedin?” diye sordu birden.
“Yoooo” dedim şaşkın yarım yamalak...
Sonra toparlanıp sordum: “Kim döşedi?”
“Seninkilerin beğenmediği padişahlar; özellikle de Sultan İkinci Abdülhamid.”
“Benimkiler?..”
“Muallimlerin falan yani...”
Başöğretmenim Hikmet Bey gerçekten de Sultan II. Abdülhamid’i beğenmiyordu. “Beğenmemek” ne kelime; hatta nefret ediyordu. Adını bir yerde mecburen geçirmek zorunda kaldığında “Kızıl Sultan” filan diyordu.
Şaşırdığımı, hatta iyice yamulduğumu ve için için “Hangisi doğru?” diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Babamın bir kez bile yalan söylediğine şahit olmadığım için ister istemez ona hak veriyordum, ama ya Başöğretmenim ne olacaktı? O da gözümde büyüyordu. Koskoca Başöğretmen. Yalan söyleyecek değil ya!
Evle okul, babamla öğretmenim arasında sıkışmış kalmıştım: Ruhum eziliyordu...
Öğretmenlerim “demir ağlarla ördük” diyorlardı, babam “örmediniz” diyordu.
Öğretmenlerimin “Kızıl Sultan” diye aşağıladıkları Sultan İkinci Abdülhamid’i, babam, “Hicaz demiryolunu yaptı” diye alkışlıyordu.
Hem de neymiş biliyor musunuz? İstanbul’dan hareket eden tren Medine’ye iyice yaklaşınca duruyor, raylar keçe ile sarılıyor, ondan sonra tekrar hareket ediyor ve Medine’ye olabildiği kadar sessiz giriyormuş...
Amaç, babamın söylediğine göre, “Ruh-u Resulüllah’ı incitmemek”miş.
Yani Peygamberimizi rahatsız etmemek...
Daha öncesinde de Medine’ye malzeme götüren Osmanlı kervanları, Medine yakınlarında durup atlarının, katırlarının nallarına keçe sararlarmış. Sebep yine aynı: Peygamberimizi rahatsız etmemek... Babam neler de biliyordu böyle!
Ertesi gün, babamdan aldığımı öğretmenime satmak istedim:
“Öğretmenim demir ağlarla anayurdu dört baştan örmemişiz, öyle mi?”
“Örmemiş olur muyuz” diye hışımlandı, “örmüşüz.”
Ben de babam gibi ellerimi iki yana açarak sordum: “Gösterin o zaman, nereleri örmüşüz?”
Ders zili çaldı. Çalar çalmaz da öğretmenim derin bir nefes aldı: “Hadi bakalım hayta, doğru sınıfa.”
Arkamdan uzun uzun baktığını, “Bu çocukla işimiz var” yerine, “Bu çocukta iş var” diye düşündüğünü hayal ettim.
Nedense öğretmenlerim çocukluğumu “biçimlendirme”ye çok meraklıydılar. Sonra anladım ki, bu onlara verilmiş “en kutsal görev”di. Çocuklardan başlayarak toplumu “kıvam”a getireceklerdi. Toplum “kıvama” getirilecekti ki, her istendiğinde çabucak hizaya getirilebilsin!
Darbeler de bunun için yapıldı, bunun için anayasalar yazıldı. Ne var ki, toplumun temel dinamikleri karşısında hepsi etkisiz kaldı.
Dert etmeyin: Bugün HSYK olayı gibi bazı olumsuzluklar da etkisiz kalmaya mahkûmdur.
“Kişi” olarak sıkı duralım yeter.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.