Coşmuş...
Gazetelerde kürsüsü olanlar, yani köşe yazarları, desteksiz atma hakkına sahip midir? Her köşe yazarı, ucu bucağı belli olmayan halk üniversitesinin kürsü sahibi hocasıdır. Doğruları bilmek, bu bilgi üzerine düşünce bina etmek ve sorumluluk sahibi olmak şarttır.
Gazetelerin köşelerini gazete alıp okuyanlar veya ağ (internet) üzerinden ziyaret edenler, bu kürsü sahiplerinin verdiği bilgileri her zaman elekten geçirecek durumda olmayabilir. Okuyucu, esasında bilgilenmek veya fikir sahibi olmak için meşhur bir gazetenin ünlü yazarını okurken verdiği bilgilerin doğru olduğunu düşünür. Elbette eleştirel gözle okuyanlar, bilgi seviyesi yüksek olanlar da olabilir. O zaman yetersiz veya yanlış bilgiler üzerine kurulan yorum binası temeline kadar yıkılır.
Okuyucu çarpı işaretini koyar... Bir daha da dönüp bakmaz o köşeye! Bakarsa da başka türlü bakar!
“Amiral gemisi” filan denilen gazetede bir değil iki tayfa “Coşkun” varmış meğer. Bizim tesadüfen takıldığımız, “köhne Coşkun”. (Azerilerin türkçesiyle söyledim; yani “eski Coşkun”. Gazetenin kadim yazarlarından yani.)
Mevzu yeni Meclis başkanının seçilmesi. TBMM yeni başkanını seçti. Eski Adalet Bakanı, yeni Meclis başkanımız oldu. Hayırlı olsun!
Bu mevzuda ille de eleştirici bir şeyler karalayacaksanız, şahsın geçmişine, kariyerine, sözlerine bakacaksınız. Hal ve hareketlerini göz önüne getireceksiniz. Bizimki coşmuş, işi getirmiş müzmin kadın meselesine! Yazının başlığı olmuş “Türk kadını”!
Protokoldeki üç ismin eşi de örtülüymüş... İşte İslâm’a hücum etmek için güzel bir fırsat! İslâm’a modernist hücumları eski Türk tarihi salçasına bularsak milliyetçi okuyucuyu çelebiliriz...
Başlamış savurtturmaya: Türklerin İslâm’dan önceki dini “şamanizm”miş!
“Şamanizm”in din olmadığını bilmiyor en önce! Dinler tarihi profesörü, merhum Hikmet Tanyu şamanlığın din olmadığını, din biçiminde tanıtılmak istendiğini yazıyor. Şamanizm esas itibarıyla büyücülük, afsunculuk... Şaman da büyücü, afsuncu rahiptir! Merhum hoca şamanlığın neden din olmadığını da şöyle özetliyor: Din kurucusu veya peygamberi, dini teşkilatı yok... Dinî esasları ihtiva eden metinleri yok, itikat ve iman esasları yok ve nihayet o inanışlara uygun ibadeti yok! Dolayısıyla, “Şamanizm’de kadın kutsaldı, bir erkek sadece bir eşit kadınla evlenebilirdi” iddiasının hiçbir dayanağı yok!
“Kadınlar devlet başkanı bile olabilirlerdi; Delhi Türklerinde Raziye Sultan, Kutluk Devleti’nde Türkan Hatun gibi.” Coşkun’un büyük bir coşkunlukla verdiği örnekler, tamamen İslâmî devirle ilgili. Devletler de Müslüman Türk devletleri! Demek ki neymiş? İslâmî devirde kadın hükümdarlar varmış!
Türklerin İslâm öncesinde sırf tek eşli olduğu iddiası, 20. Yüzyılda İslâm öncesi Türk tarihini modern zamanlara göre yorumlamanın bir parçası. Bu işi Ziya Gökalp başlatmış, onun uydurduğu hurafeler sonradan üretilip durmuştur. “Türkler İslâm’dan önce medenî bir toplumdu, Müslümanlık onun bu vasfını yok etti. Şimdi eski Türkler gibi olursak, yine medenî oluruz!”
Tek eşliliğin bütün toplumlarda olduğu söylenebilir. Tarih boyunca buna rağmen çok eşlilik de olmuştur. Elbette Türklerde de. Oğuz Kağan’ın iki eşi vardır. Mete, ikinci eşi yüzünden babası Teoman’a isyan etmiş ve onu öldürmüştür! Çünkü babasının ikinci eşi kendi oğlunu tahta çıkarmak istemektedir!
Mete’nin kendisi de çok eşlidir! Hunların zayıflığından istifade etmek isteyen komşu devlet Tunguzlar, ağır şartlar öne sürerler. Mete’den önce babasından kalma efsanevî bir atı isterler. (Malûm: At, avrat ve pusat verilmez!) Bütün beylerin muhalefet etmesine rağmen Mete kutsal atın Tunguzlara verilmesini buyurur. Bunun üzerine Tunguzlar daha kabul edilemez bir teklifte bulunlar: Mete Han’ın eşlerinden birini isterler! Yine bütün beyler itiraz ederler. Mete Han, “madem ki komşuyuz onlardan bir kadını esirgeyemeyiz” diyerek eşlerinden birini vermeyi kabul eder. Mete Han ancak, komşu Tunguzlar verimsiz bir araziyi, yani vatan toprağını isteyince kabul etmez ve savaş açar!
Coşkun’un yazısından çıkan anlam şu: İslâm çok eşliliği emreder! Yok böyle bir şey! Türkler, İslâm’dan önce birçok dine girdiler. Budist de oldular, Maniheist de, Hıristiyan da. Hatta hiçbir kavmin yapmadığını yaptılar, Musevî bile oldular! Sonunda İslâm’da karar kıldılar. İslâm’dan önce esas olan tek eşlilik, İslâm’dan sonra da sürdü. İslâm’dan önce nasıl çok eşli olunuyorsa, İslâm’dan sonra da öyle olundu! Savaşın olduğu, ganimetin olduğu, esirlik hukukunun geçerli olduğu, esir edilen kadınların cariye muamelesi gördüğü bir devirde eş veya eşler dışında kadınların olabileceğini de düşünmek lâzım!
Coşkun’un eski Türk tarihi bilgisine not vermeyi okuyuculara bırakıyorum! Gelelim yeni tarihe: “Kadınlarımız 5 Aralık 1935’te birçok Batı ülkesinin önüne bile geçerek seçme-seçilme hakkı kazanmış...”
Bu da çağdaş fasarya: 5 Aralık 1935’te değil kadınların, erkeklerin bile seçme ve seçilme hakkı yoktu! Şef, istediğini seçer ve milletvekili yapardı. 1935’te bazı kadınları da milletvekili yaptı! Bir köylü kadını da milletvekili yapıldı: Satı kadın... Kadının bütün kimliği değiştirildikten sonra elbette. Satı oldu “Hatı”. Köylü kadını kıyafeti çıkarıldı, pantolon ve ceket giydirildi!
Köyden indim şehire, şaşırdım birden bire!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.