Öğrenciyi fişleyen anlayış
Ergenekon dâvâsına konu olan belgelere göre bir üniversitede okuyan öğrenciler üniversitenin rektörü tarafından ya da bilgisi dahilinde ‘fiş’lenmişler. Dâvâda ‘şüpheli’ konumunda olan rektör, bu durumu ‘güvenlik’ gerekçesiyle açıklamaya çalışmış, ama hakikatin böyle olmadığını her halde kendisi de biliyordur.
Tabiî ki ele geçen belgeler, bir üniversitede okuyan öğrencilerin durumunu ortaya koymuş. Peki, ‘ele geçmeyen belgeler’e göre başka hangi üniversite öğrencileri fişlenmiştir? Öğrenci ya da başka meslek sahiplerini fişleme alışkanlığı elbette ki bugünün hastalığı değildir. Geçmiş yıllarda da bu kadar profesyonelce olmasa da fişleme hadiselerine rastlanmıştır.
İlk bakışta rektörün ‘güvenlik’ açıklaması insanı yanıltabilir. Rektöre göre, üniversitenin güvenlik görevlileri değiştiği için böyle bir yola müracaat edilmiş. Güya bunu da güvenlik görevlileri yapmış ki, yeni görev yapanlar öğrencileri tanısın, üniversitede ‘kavga’ çıkmasın...
Aslında böyle fişlemelerin acısı öğrencilik yıllarından ziyade, sonraki yıllarda çıkıyor. Meselâ, söz konusu üniversitedeki fişleme bilgilerinin ‘jandarma bölgesinde olduğu için’ jandarmaya da verildiği ifade edilmiş. Bu demektir ki o bilgiler, fişlenen öğrencilerin sonraki hayatlarında daima önlerine çıkacak. Askerde ya da iş müracaatında bu bilgilerin önlerine çıkması büyük ihtimal.
Peki, keyfi bir uygulama neticesi, binlerce kişinin iş hayatını ve geleceğini karartmaya kimin hakkı olabilir? Diyelim ki öğrencilik yıllarında herhangi bir ‘zararlı görüş’e mensup oldu. İlâ nihaye o görüşe mensup olması mı gerekiyor? Fikrini, zikrini ve anlayışını değiştirmiş olamaz mı? Böylece o fişlerin de anlamsızlığı ortaya çıkmaz mı?
Fişleme anlayışının sadece öğrencilerle sınırlı kaldığı düşünülmesin. Geçmiş yıllarda esnafın dahi fişlendiğine şahit olunmuştu. O halde bu hastalığı kökten tedavi etmek lâzım. Bunun yolu da, Türkiye’yi idare edenlerin milletten ürkmemesi ve korkmamaması gerektiğine ikna etmekten geçiyor. Bu kötülüklerin temelinde milletiyle barışık olmayan bürokrasi anlayışı yatıyor. “Bir çobanla benim oyun nasıl bir olur?” diyen anlayışın, milletin bütün fertlerini fişlemesinden daha tabiî ne olabilir?
Bürokrasinin ve devlet yönetiminin millete hizmetkârlık olduğu, bu ‘beyler’e anlatılmalı. Dünyanın geldiği nokta da burası değil midir? Hangi devlet kendi içinde bu barışı sağlamışsa ilerlemiş ve söz sahibi olmuştur. Vatandaşını aşağılayan anlayışla ‘muasır medeniyet seviyesi’ne ulaşmak mümkün olabilir mi?
28 Şubat sürecinde ortaya çıkan ‘fiş’lemelere o gün ses çıkarmayanlar, bugünkü tablo karşısında acaba ne düşünür? ‘Kebapçı’ları fişleyen anlayıştan, bugün öğrenci fişleyen anlayışa gelmiş durumdayız. Bu iki anlayışın birbirini destekleyen ve besleyen ‘kardeş anlayış’lar olduğu unutulmamalı. Kebapçıları fişlemek insanların ticarî hayatını etkiliyordu, ama öğrencileri fişlemek onların geleceğini karartabilir.
Bu konunun sadece Ergenekon dâvâsı kapsamında değil, onun haricinde de ele alınması ve sona erdirilmesi gerekir. Aksi halde gençler için büyük mağduriyetler söz konusu olabilir...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.