Topkapı Sarayı’nda konser... İnadına ve özellikle!
Her zaman söylerim ya; bir “ip” hiçbir zaman “tek kişi”nin elinde gerilmez... İp, eğer “geriliyor” ise, mutlaka ama mutlaka ipin öteki ucunda “başka kişi” vardır... O kişi, “ipin ucundan asılıyor”dur ki, ip gerilsin!.. Türkiye’deki “gerilim” konusu olaylara da böyle bakmak gerekir... Hiçbir insan, durduk yerde sinirlenip, öfkelenmez... Hiçbir insan, durduk yerde “eylem”e geçmez!.. Yani hiçbir insan, durduk yerde “gerilim”e ve “kriz”e sebep olmaz... Eğer bir “eylem” varsa, mutlaka bir “tahrik” veya “tahkir” vardır!.. “Hakaret” vardır, “aşağılama” vardır, “hiçe saymak” vardır!..
Tıpkı “İdil Biret konseri”nde olduğu gibi!..
Olayı biliyorsunuz... Hakan Erdoğan adlı bir organizatör tarafından, İdil Biret’e, sanki başka yer yokmuş gibi, “Topkapı Sarayı’nın birinci avlusu”nda “konser” verdirilmiş, üstelik, konsere gelen herkese “şarap” ikram edilmişti!..
Olayın yankılarını biliyorsunuz... Konser verilen mekânın “manevi değer”i olduğuna inanan Alperen Ocağı’na mensup gençler, o mekânda hem de “şarap” içilmesine karşı çıkmışlar, olayı protesto etmişlerdi...
Hasılı kelâm, “gerilim”i eksik olmayan Türkiye, “bir büyük gerilim” daha yaşamıştı!..
“Tepki”lerin odağında ne vardı?..
“Koskoca İstanbul’da başka yer bulamadınız da, bula bula Topkapı Sarayı’nı mı buldunuz?.. Haydi konser verdiriyorsunuz, peki bu içki neyin nesi?”
Öyle ya;
Herkesin bir “kırmızı çizgi”si, herkesin bir “tabu”su, herkesin bir “dokunulmaz”ı ve herkesin bir “mukaddes”i var!..
Bunlara “saygı” göstereceksin ki, sen de saygı göresin!.. Sen “kutsal”lara saygı göstermez, “dilediğimi yaparım” dersen, bir gün gelir, senin de “kırmızı çizgi”lerin veya “tabu”ların çiğnendiğinde, söz söylemeye hakkın olmaz!..
Uzatmayalım... “İdil Biret konseri”yle de görüldü ki; insanlar için bazı yerler “kutsal” ve bazı konular “dokunulmaz”dır!..
O halde ne yapmak lâzım?..
Her şeyden önce “kaşımamak” lâzım!..
Kaşıyıp da “kanatmamak” lâzım!..
“Tahrik ve tahkir” etmemek lâzım!..
Hem tahrik, hem tahkir edersen, işte o zaman ipi germiş, yani “gerilim”e yol açmış olursun!..
“Uyuyan bir dev”i tekmeleyip uyandıran, elbette neticelerine de katlanır!..
UFUKTA BİR GERİLİM DAHA!
Lâfı şuraya getirmek istiyorum:
“Topkapı Sarayı’nın avlusu”nda, hem de “yoğun tepki”lere rağmen “İdil Biret’e konser” verdirtip, Türkiye’deki “yüksek gerilim hattı”na bir tel daha ekleyenler, öyle görünüyor ki, “inat”larından vazgeçmemişler!.
İllâ gerecekler, illâ “bizim dediğimiz olacak” diyecekler ve illâ “milletin hassasiyeti”ni hiçe sayacaklar ya; “İdil Biret konseri”nden sonra, işte bir “gerilim konseri” daha!..
Anadolu Ajansı’ndan dün öğle saatlerinde geçen haber, aynen şöyleydi:
“Keman sanatçısı Ayla Erduran, 18 Ağustos’ta Topkapı Sarayı'nda konser verecek.
Sarayın birinci avlusunda ağaçların altında gerçekleştirilecek konserde sanatçıya, şef Cem Mansur yönetimindeki Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası eşlik edecek.
Konserde, Borodin, Albeniz, Sarasate, Massenet, Brahms, Ravel ve Çaykovski'nin eserlerine yer verilecek.
Konser biletleri, Biletix'ten temin edilebilecek. Bilet fiyatları da sandalye 70, minder 50 ve öğrenci indirimli minder 30 TL olacak.”
Haber bu!..
MİLLET BARIŞ İSTİYOR, KİMİLERİ KAVGA!
Demek oluyor ki;
Ufukta, “gerilim” konusu olacak bir “konser” daha görünüyor!..
Protesto eylemi olur, olmaz; beni orası ilgilendirmiyor... Olayın beni ilgilendiren yönü, “tahrik”in devam etmesi!..
Ders alıp, demiyorlar ki;
“İnsanlar hassas!.. Bu hassasiyeti daha fazla kaşıyıp da, vicdanları kanatmayalım!.. Oturduğumuz yerde oturalım da; herkesin barış istediği şu günlerde kavganın tarafı olmayalım!”
Evet, bunu demiyorlar...
“Türk-Kürt çatışması”na çözüm arandığı, “olumlu” adımlar atıldığı ve “barış ümitlerinin yeşerdiği” şu günlerde, birileri almış “benzin bidonu”nu eline “Laik-Antilaik” gerilimin üzerine dökmeye çalışıyor!..
İstiyorlar ki;
Eğer “Türk-Kürt barışı” sağlanırsa, hemen “Laik-Antilaik çatışması” devreye sokulsun ki; Türkiye’de “kaos” eksik olmasın, insanlar “huzur” bulamasın!..
Söyleyin Allah aşkına;
“Niyet”leri ve “amaç”ları bu değilse, bu “konser inadı”nın sebebi ne?..
İstanbul’da başka yer mi yok?..
NİYE ÖZELLİKLE KİLİSE MÜZİĞİ?
Üstelik de;
Brahms ve Çaykovski gibi müzisyenler, herkesin bildiği gibi, “kilise müziği” yaparlar!.. “Beste”lerinin çoğu, “kilise ilâhisi”dir!..
Düşünebiliyor musunuz;
İstanbul’u alıp, “kilise hakimiyeti”ne son veren atalarımızın mekânında, şimdi “kilise müziği” icra ediliyor!..
Peki, onların kemiklerini sızlatmaya hakkımız var mı?..
Bana öyle geliyor ki;
Bu organizasyonu gerçekleştirenlerin amacı, orada “konser” verdirip, “müzik” icra ettirmek değil!.. Amaçları, orada, özellikle “kilise müziği” icra ettirmek!..
Evet, “özellikle” yapıyorlar!..
Özellikle ve de inadına!..
İtiraz edeceklere, kısa bir bilgi verelim:
“Klasik Batı Müziği”nin devleri sayılan birçok sanatçı, aslında “dinî müzik” yapmıştır!..
Meselâ; Papazlık eğitimi alan Vivaldi’nin lakabı “kızıl saçlı papaz”dır..
Mozart, kilise müziği için yüzlerce eser yapmıştır. Vivaldi ve Bach, kiliseden doğma bir biçim olan “konçerto”da birçok esere imza atmışlardır.
Beethoven’in ardılı sayılan Brahms, ünlü eseri “Bir Alman Requem”, aslında “Luther’in İncil metinleri”ne dayandırmıştır.
Westfalyalı ünlü müzisyen Friedrich Kiel, ünlü “İsa oratoryosu”nu yazmış, aynı şekilde Alman besteci Bernhad Klein kilise orkestra şefliği yapmış ve kilise müziklerine dair sayısız eser vermiştir.
Bilmem, anlatabildim mi?..
BU DAYATMA, BİR “PROJE” Mİ?
Hatırlarsınız... Bir zamanlar, yani “28 Şubat Süreci”nde Ankara’daki bir “konser”de Beethoven’in “9. Senfoni”si icra edilince, Demirel ayağa fırlayıp “İşte çağdaş Türkiye” diye bağırmış ve bu söz “28 Şubat’ın sembolü” olmuştu!..
Peki, “Çağdaş Türkiye”nin göstergesi sayılan 9. Senfoni neydi?..
Elbette “kilise müziği”ydi!..
Yani, Süleyman Demirel, “çağdaş müzik” olarak “kilise müziği”ni kabul ediyor ve toplumun da böyle olmasını istiyordu!..
O günlerde “28 Şubatçı paşa”ların “milletin inancıyla topyekûn mücadele” ettiğini, Demirel’in de bu “darbeci”lere çanak tuttuğunu hatırlarsak, görürüz ki;
“28 Şubat darbecileri” ve onlara çanak tutan Demirel’in görmek istediği çağdaş(!) Türkiye’de “Kur’an sesi”ne yer yok ama “kilise müziği” baştacıdır!..
Düşünüyorum da;
Bugün, çoğu birer “Ergenekon sanığı” olan o günkü “28 Şubat darbesi”nin mimarları bazı paşalar tarafından,”Gel, başımıza lider ol!” teklifi götürülen Demirel’in inşaa etmeye çalıştığı “Çağdaş(!) Türkiye” ile “Topkapı Sarayı’nda konser” organize edenlerin hedeflediği Türkiye, aynı Türkiye midir acaba?..
Yani “ezan sesleri”nin kısıldığı, “Kur’an sesleri”nin kesildiği ve yerine “kilise ilâhileri”nin konulduğu bir Türkiye!..
Düşünmeden edemiyorum;
Topkapı Sarayı’nın avlusunda “özellikle ve inadına” kilise müziğinin ağırlıkta olduğu konser verdirmek, “safiyane bir amaç” mıdır, yoksa bir “proje” midir?..
MİLLETİN MÜZİK TERCİHİ!
Öyle sanıyorum ki;
Bu, bir “proje”dir!..
Çünkü efendim, bir “araştırma”nın sonuçları, “milletin tercihi”ni gayet net ve açık ortaya koyuyor!..
İşte araştırma sonuçları:
Türk insanının gözde müziği, Türk Halk Müziği... Nüfusun yüzde 49.9’u, Türkü adındaki bu müziği severken, Türk Sanat Müziği yüzde 27.7 ile türküleri takip ediyor...
Arabesk müzik ise yüzde 19.8 ile üçüncü sırada yer alıyor... Üstelik; bu oran 1993’te yüzde 12.5 iken, yüzde 7.3 oranında artarak yüzde 19.8’e yükselmiş...
Pop müzik dinleyenler ise yüzde 17.4 ile dördüncü sırada.
Ve, “çağdaş(!)lar”ın üzüleceği bir rakam:
“Rock müzik dinleyenlerin oranı, yalnızca 1.4”
Ahmet Adnan Saygun ve onun ekolünün müziğine ilgi duyanların oranı da sadece yüzde 1.1.
Pekiii;
“Çağdaş(!) Türkiye”nin ölçütü olarak gösterilmek istenen, yani Mozart ve Beethoven dinleyenlerin oranı nedir?..
“Sadece yüzde 2.1!”
Bilmiyorum daha fazla söze hacet var mı?..
Rakamlar ortada!..
Şimdi sormak lâzım;
“Yüzde 2’lik bir kitle”yi tatmin etmek için “yüzde 98”lik çoğunluğu üzmek, dahası onları “tahrik” ve “tahkir” etmek, “iyi niyet”le izah edilebilir mi?..
Hayır, Hakan Erdoğan gibi adamlar, bana “iyi niyetli” gibi değil, “kasıtlı” gibi geliyor!..
Onun bir “aktör” mü, bir “piyon” mu olduğunu bilmiyorum ama ona “gaz” verenlerin bir “proje” üzerinde çalıştığını ve bazı insanları “kullandıklarını” gayet iyi biliyorum!..
Uzun lâfın kısası;
Topkapı Sarayı’nın avlusunda verilecek konser için “alt tarafı konser” deyip basite almak mümkün değildir!..
Çünkü bu “konser”ler vasıtasıyla bu topluma “kanser” virüsü enjekte edilmek istenmektedir!..
Kim ne derse desin;
Bunlar, toplumu “dönüştürme”ye yönelik “büyük bir proje”nin ürünleridir!.. “28 Şubatçı”ların yapmaya çalştığını tamamlamak için, birileri devreye sokulmuştur!.. Ortada “iyi niyet”in “i”sinden eser yoktur!..
Bilmem söylemeye lüzum var mı;
Türkiye, işte böyle “gerilim”e sokuluyor!..
Peki yüzde 2’lik kesim “konser” dinleyecek diye bizler “kanser” olmaya mecbur muyuz?..
Bu günler, iyi günleri!
Birinci sayfamızda da okuduğunuz gibi;
“Ergenekon Terör Örgütü’nün yöneticilerinden biri” olmakla suçlanan Emekli Org. Hurşit Tolon, kendisine soru soran “kartel medyası” mensuplarına hitaben demiş ki; “Eskiden peşimde koşuyordunuz, şimdi önümü kesmeye çalışıyorsunuz!”
Bunu, daha yeni mi anladınız paşa?..
Kartel medyası dediğin, zaten hep öyle yapar?.. Onlar, kim “güçlü” ise onun peşinden koşar, onun önünde eğilir!..
Yıllardır diyorduk da, kimselere dinletemiyorduk... Onlar, “seyyar kıbleli”dir!.. Ancak “güçlü”lerin önünde eğilirler!.. Ne zaman ki elden-ayaktan düştün, ne zaman ki “güçsüz” kaldın, bir tekme de onlar vurur!..
Bunu söyledik de ne oldu?.. “Baştacı” edilen, “akredite” olan, yine onlar oldu, biz ise “irticacı” denilip dışlandık!..
Ya şimdi?.. Şimdi, yakınıyor paşa!..
Ama, acele etmesin... Bugünler, iyi günleri!.. Bir gün gelir, Emekli Org. Doğan Güreş’e yaptıkları gibi “etek” giydirirlerse, hiç şaşmasın!..
Ve, şunu hiç unutmasın:
Zamanında, “ne oldum” diye şımarmak yerine, “ne olacağım” diye düşünseydi, başına bunlar gelmezdi!..