Prof. Işıkara... İç viskiyi, çık konferansa, uyu!
Hemen herkesin “Üçüncü Ergenekon İddianamesi”ndeki “deşifre”leri büyük bir dikkat ve heyecanla okuduğu, “kimin elinin kimin cebinde olduğu belirsiz” şekildeki “Dallas’vari” ilişkileri gördüğünde, belki de hayretler içinde kaldığı bir dönemde, kalkıp da “Deprem Dede”den söz etmek absürd kaçabilir ama insanları yüceltip “dev”leştirenlerin, aslında onların buna “lâyık” olup olmadıklarını düşünmeleri için yazmak istedim... Öyle ya, bu toplum; “üst düzey komutan” diyerek nice “komutan”ı da zamanında bağrına basmış, göklere çıkarmış, onların birer “vatansever” olduklarına inanıp, kem söz söyletmemişti... Ama, “Ergenekon iddianameleri” gösterdi ki, onlar “askerlik”le değil, “siyaset”le, daha doğrusu “Bizans entrikaları” ile meşgul olmuşlar!..
İDDİANAMEDEN ÇARPICI OLAYLAR!
Meselâ, “Ergenekon sanığı” olarak yargılanan MGK eski Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç, bir gün Bülent Ecevit’in ORAN’daki evine gidip; “DSP’yi bize teslim edin” diye baskı yapmış!..
Ve yine meselâ; Ergenekoncular, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye gidip; “Koalisyonu bozup erken seçime gitmesini”, aksi halde “MHP’yi ikiye böleceklerini” söyleyip, “tehdit” etmişler!..
Ya “Apo’nun el konulan dilekçesi”ne ne demeli?.. Malûm, “1. İddianame”de, “PKK ile Ergenekon arasında bağlantı” olduğu iddia ediliyordu... İşte bu iddia üzerine, PKK’nin başı Öcalan, “125 sayfalık bir dilekçe” yazıp, bir anlamda “iddiaların doğruluğunu” ortaya koyan bilgiler vermiş!..
Gelin, görün ki;
Bu bilgilerin “devlet sırrı” kapsamına girdiğini düşünen Bursa Savcılığı dilekçeye el koymuş!..
Dilekçede, Öcalan diyormuş ki;
“Şam’da kaldığım dönemde yanıma gelen bazı resmi kişiler; ‘Biz Tansu Çiller’i öldürelim, sorumluluğu siz üstlenin!’ teklifinde bulundular... Ben, bu teklifi kabul etmedim!..”
Peki, “Öcalan” kabul etmemiş de, “başkaları” ne demiş?.. Mesela Osman Öcalan, mesela Selim Çürükkaya ve meselâ Şemdin Sakık?..
“Onların durumlarını iyi analiz etmek gerekir” demiş Öcalan... “Çünkü” demiş; “Sakık’ın 1993’te Bingöl’deki asker ölümlerinde yurt dışı bağlantıları olabilir... Bunlar, Ergenekon’a da bulaşmış olabilirler!”
Öcalan, bu “dilekçe”yi yazdıktan sonra avukatına verip, ona demiş ki; “Ergenekon konusunda, savcının gelip beni dinlemesini istiyorum... Bunları, savcı ile daha ayrıntılı tartışabiliriz.”
Gelin görün ki;
“Devlet sırrı”na giren dilekçeye el konulduğu için, böyle bir “görüşme” hiç gerçekleşmemiş!..
Bu olay da gösteriyor ki;
Olayların perde arkasında, bizim bilmediğimiz çok şeyler var!..
Meselâ; Ergenekon sanığı Prof. Mehmet Haberal’ın, Baykal’la kavgalı Mustafa Sarıgül’e; “Şimdi sırası değil... Siyasi kavgaları ortadan kaldır” diye “talimat” verdiğini, Sarıgül’ün de, “Başbakan olacağım... Ama benim başbakanım sizsiniz” dediğini biliyor muyduk?!?..
SALİHLİ TSO’DA TARTIŞILAN OLAY!
Ergenekon iddianamesinde daha nice “deşifre” var ki; okudukça, insanın dudakları uçukluyor, tüyleri diken diken oluyor!..
İşte böylesine “ciddi” konuların merak ve heyecanla izlendiği bir ortamda, belki de “komik” sayılabilecek bir olaydan söz etmek, bazılarınıza “abes” gelebilir... Ama dedim ya, “gözlerde büyütülen” bazı insanların “zaaf”larını bilmek, belki “daha dikkatli” davranmamıza vesile olabilir...
Efendim, Salihli’de bulunduğum günlerde, sohbet ettiğim vatandaşlardan biri, elime “Gelişen Salihli” isimli bir “yerel gazete” tutuşturdu... “Oku da, Deprem Dede’nin maceralarını öğren” dediler!..
Okumaya başladım... Haberin başlığı şöyleydi:
“Ticaret Odası Meclisi’nde Deprem Dede yüzünden kavga... Meclis toplantısında üyeler birbirine bağırdı, yönetim ile muhalefet arasında tartışma çıktı.”
Allah Allah, ne “kavga”sı, ne “tartışma”sı bu?.. Deprem Dede gibi “munis görünümlü” bir adam yüzünden hiç kavga çıkar mı?..
“Gelişen Salihli” isimli yerel gazetenin haberinde verilen “ayrıntı”ları okuyunca öğrendim ki, “Deprem Dede” olarak tanıdığımız Prof. Ahmet Mete Işıkara; meğer hiç de “göründüğü gibi” biri değilmiş!..
Salihli Ticaret ve Sanayi Odası Meclisi’nde “deprem”e yol açan olay, şuymuş:
Başkanlığını Talat Zurnacı’nın yaptığı Salihli TSO, Prof. Ahmet Mete Işıkara’yı “konferans” için Salihli’ye davet etmiş...
O da kabul etmiş...
Sıra gelmiş, Işıkara’yı karşılamaya...
Karşılama için STSO’nun şoförü Hasan görevlendirilmiş... Şoför Hasan, gitmiş İzmir’deki havaalanına, başlamış Prof. Işıkara’yı beklemeye!..
Ama ne gelen var, ne de giden!..
Hasan bekliyor!..
İşin garibi, Işıkara da bekliyor!..
Sonradan anlaşılıyor ki;
Prof. Işıkara normal çıkıştan değil, “VIP salonu”ndan çıkış yapmış!..
Neyse, sonunda buluşmuşlar ve otomobile binip, İzmir’den Salihli’ye doğru gelmeye başlamışlar!..
Ama, ne geliş?!?..
Prof. Işıkara öyle öfkeli, öyle hırçın ve öyle agresifmiş ki; başlamış bağıra-çağıra söylenmeye;
“Bu ne terbiyesizliktir, bu ne şerefsizliktir?.. Siz, misafiri böyle mi karşılarsınız?.. Salihli Ticaret Odası’nı kara listeye aldım!”
Şoför Hasan, yutkunmuş tabii!..
Sonunda gelmişler Salihli’ye... Prof. Mete Işıkara, bir süre yalnız bırakılmış, “biraz dinlensin” diye...
Artık ne kadar dinlendi bilmiyorum...
Hem, zaten Prof. Işıkara “dinlenmek” değil, “içmek” istiyormuş!..
Biraz sonra, Salihli TSO yöneticileri ile birlikte gittikleri “Azaklar Odun Köfte” salonunda, “2 şişe viski” istemiş!.. “Kiraz” istemiş, “üzüm” istemiş!..
Sonra da, başlamış içmeye!..
DEVİR VİSKİYİ, ZOM OL!
Bir kadeh, iki kadeh derken, “şişelerin dibi”ni bulmuş olmalı ki, biraz sonra çıktığı “konferans” kürsüsünde, başlamış “uyuklama”ya!..
Evet, resmen ve alenen uyumuş!..
Bu durumu, Salihli TSO’nun Yönetim Kurulu üyesi Osman Vural, şöyle tarif ediyor:
“Deprem Dede; viskileri içti içti, konferansa çıktı... Ve aynen uyudu!”
Salihli TSO’nun Başkanı Talat Zurnacı’nın söyledikleri ise daha da ilginç;
“Sayın Işıkara havaalanında VIP’te karşılama isteseydi, onu da yapardık!.. Salihli Ticaret Odası olarak ne istediyse yaptık... Viski istedi, aldık!.. Kiraz aldık, üzüm aldık!.. Dönüş bileti şurdan, şu kişiden alınacak, denildi, aldık!..
Bando ile karşılama isteseydi, onu da yapardık!.. Hatta, demiş olsaydı ki, havaalanında Talat Zurnacı zurna çalsın, onu da yapardık!..
Ama, bu kadar kaprisli olunmaz!..
Bir kişi ağzı bozuk ve bize hakaretler ediyorsa, ona tahammül edemeyiz!”
Salihli TSO’nun yöneticileri, eğer bilselerdi ki; Prof. Işıkara hep içer, “abdestsiz” gittiği camilerde “sarhoş” olarak minbere çıkar ve “deprem konferansı” verir, herhalde daha en başta, onu davet etmeyi düşünmezlerdi...
Her neyse... Olan olmuş!..
Söyleyeceği birkaç kelâm için Salihli TSO üyelerine söylemediği söz, yapmadığı hakaret kalmayan Prof. Ahmet Mete Işıkara, “olaylı” geldiği Salihli’den, yine olaylı şekilde ayrılmış!..
Tabiî, Salihli TSO’yu “kara liste”ye alarak!..
PROF’LARI UYUYAN BİR ÜLKE!!!
Peki, ne yapmalıydı Salihli TSO’nun yöneticileri?..
“Konferansta uyuması” için “2 şişe viski” aldıkları yetmiyormuş gibi, bir de “yatak” mı sermeliydiler o salona?!?..
Aslında var ya;
Salihli TSO’nun yöneticileri, bu vartayı yine de ucuz atlatmışlar... Öyle ya; 1999’daki depremin ardından, “medya” tarafından “en seksî erkek” seçilen Prof. Işıkara, o gazla, kalkıp, bir de “kadın” isteseydi, acep ne hallere düşerlerdi?..
Dedim ya, ucuz atlatmışlar!..
Bu olaydan sonra, derim ki;
Siz siz olun; Prof. Işıkara’yı konferansa filân davet edecek olursanız, “2 şişe viski”yi hazır edin!..
Ki, 2 şişeyi devirip, uyusun!..
Haa, “konferans” mı?..
Ne yapacaksınız konferansı?..
Hem sonra;
“Prof’ları uyuyan” bir ülkede, hiç endişeniz olmasın ki, ne “deprem” olur, ne de “darbe!”
Görmüyor musunuz;
Bu ülkenin başına ne geliyorsa, “uyanık prof’lar” yüzünden geliyor!.. Kimi “hükümeti yıkmak”la meşgul, kimi “Başbakan” tayin etmekle!..
Korkmayın... “Uyuyan Prof”tan zarar gelmez!..
Verin “viski”yi!.. Uyusunlar!..
“Uyanık”ların ne hayrını gördük ki?!?..
Ahmet Türk’ün özlemi!
Bir gazete, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün sözünü manşete çekmiş... Türk, demiş ki; “Eski Baykal’ı arıyorum!”
Habere göre, Ahmet Türk; 12 Eylül’den sonra cezaevinden çıktığında ziyaretine gelip “hesap sorma” sözü veren dostu Baykal’ı özlediğini şöyle ifade etmiş;
“1983 yazıydı... Deniz Baykal Diyarbakır’a gelmişti... O da yasaklıydı... Üstümüzde yıldızlar... Rakılar açıldı... Çektiklerimizi konuştuk... Söz, Diyarbakır Cezaevi’ne geldi. Ben anlattım, o dinledi... Ağlama noktasına geldik... Deniz Bey dedi ki; ‘Bir daha Meclis’e girersek, bunların hesabını soracağım!..’ Ben, o duyguları paylaştığım Baykal’ı görmek istiyorum!”
O iş, biraz zor... Öyle ya; “içki” içerken söylenen sözleri daha sonra kim hatırlamış ki, Baykal hatırlasın!?!..
Hem sonra, Bay Baykal; hangi “açılım”ın arkasında durmuş ki, “şişe açılımı”nın arkasında dursun!..
Açmış şişeyi, dökmüş kadehe, içmiş de içmiş!.. “
Zom” olup da o lâfları söylediyse, ayıldığında hatırlar mı hiç?..
O halde, Ahmet Türk’e düşen iş; “o gece”nin üzerine, “bir bardak su içmek” olsa gerek!.. Yani, o da unutsun!..