Of buluşmaları

Of buluşmaları

Benim gibi çok uzun bir aradan sonra Doğu Karadeniz'e gelen birinin köklü değişimi hissetmemesi imkânsız.

Karadeniz çok değişmiş. Bu değişim sadece ünlü Karadeniz otobanı ile sınırlı değil; insanlarda ve her insanda var olan dünyalarda da görülüyor.

Of Kaymakamı Tuncay Somel'in davetiyle "Of Buluşmaları" için hafta sonunu Karadeniz'de geçirdim. Türkiye'de festival ve şenlikler mevsimi. Her yöre, bazen her köy maişet derdi ile dağılan aileleri senede bir gün ata diyarında bir araya getiriyor. Ata toprağına bağlılık bu şenliklerle yaşatılıyor. Ramazan başına kadar tamamlanmak zorunda olan bu festivallerin içeriği de değişmiş. Kültürler iç içe geçiyor. Sınırların ötesinden misafirler geliyor. Yerel olan, ulusalın sınırlarını aşıyor.

Of'ta Azerbaycan'dan, Bosna-Hersek'ten misafirler vardı. İnsana daha sıcak gelen, Urfa Birecik'in halkoyunları ekibiydi. Karadeniz horonu ile Urfa'nın halayını yan yana seyretmek Karadeniz'in yalçın tabiatı kadar doğal. El ele tutuşup ayaklarla aynı tempoyu tutunca, uyum artıyor. Hem kendinizi ifade ediyorsunuz, hem de eğleniyorsunuz. Şenlikli bir toplum, farklı figürlerle aynı şeyi anlatıyor. Benzin istasyonunda arabasına benzin dolarken yan yana gelen üç kişinin iki araya sıkıştırdıkları horondan taşan da bu ifade olmalı.

On yıl kadar önce Londra'da dönercilik yapan "Trabzonlu bir Kürt" tanımıştım. Tam Karadeniz'e özgü pratik zekânın ve teşebbüs gücünün eseri olarak Kürt olmuştu. Çalışmak üzere kaçak olarak İngiltere'ye gelmiş. Türkiye'den gelen Kürtlere sığınma hakkı verildiğini görünce "Ben de Kürt'üm" diye müracaat etmiş. "Allah'tan Kürtçe bilip bilmediğimi sormadılar" diyordu. İngiliz makamlarını sevimli Karadeniz aksanı ile Kürt olduğuna ikna etmiş. Aynı dönerci dükkânında askerliğini Trabzon'da yapmış Siirtli gerçek bir Kürt ve gerçek bir siyasî mültecî çalışıyordu. Uzun uzun askerlik hatıralarını anlatırdı. Halkın askerlere gösterdiği şefkat ve ilgiden çok etkilenmiş. "Bize evlatları gibi bakarlardı" diyordu.

Türkiye büyük bir ülke. Hem büyük hem de derin. Benim gördüğüm derinliği Türkiye'nin herhangi bir yerinde görmek çok kolay. Karadeniz, kendilerini çok iyi ifade eden insanların yaşadığı bir coğrafya. Bu ifade gücü her şeye yansıyor ve karşılığını arıyor.

Ulvi Saran'ın "Omuzumda Hemençe" isimli kitabından çok etkilenmiştim. Sadece Karadeniz'in geçmişi değil Türkiye'nin de yakın tarihi bu kitapta zengin detaylarla yer alıyor. Ulvi Saran Çaykara'da doğmuş ve büyümüş bir din adamı olan babasının hayatını kayda almış. 1930'lu 40'lı yılların Türkiye'si, hayat hikâyelerinin detaylarından bakınca bildiğimizden çok farklı görünüyor. Karadenizli bir din adamının ferdî hikâyesi üzerinden zengin bir tarihe nüfûz etmek isteyenlere hararetle tavsiye edeceğim bir kitap bu. Çaykara'dan Uzungöl'e giderken bu kitapta çok canlı biçimde anlatılan mekânlarla hikâyeleri zihnimde birleştirme imkânım oldu.

Nevzat Yalçıntaş, yaşayan bir tarih. Hoca'dan 1970'li yılların Türkiye'sini dinlemek bildiklerimizin ötesine geçip, soğuk bir kronolojinin içine insana özgü her şeyi yerleştirmek anlamına geliyor. 70'li yıllarda yaşadığımız trajedinin içinde insanlara özgü hırslar, bencilce hesaplar ne ölçüde yer tutuyordu? Dinlediğim Demirel anekdotlarında bu hesaplar vardı.

Türkiye büyük ve derin bir ülke. Karadeniz size coğrafyası, yapıları ve insanları ile bunu anlatıyor. Bu büyük ve derin ülke değişiyor. Hem daha iyiye doğru, hem de çok hızlı biçimde.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi