Batı ayetleri
Başlık garip gelebilir. Haklı olarak Doğu ve Batı ayetleri olur mu diye sorabilirsiniz. Gerçekte başlığı Batı faziletleri veya kriterleri olarak koymak istiyorduk. Lakin onun da tepkiye açık olduğu bir gerçek. Dolayısıyla yanlış anlamaya müsait iki başlıktan birisini seçtik. Buradaki ‘ayet’ tabii ki ıstılahi değil, lugavi. Yani Batı’yı Doğu’dan ayıran işaretler veya kriterler demektir. Bu işaretleri de sadık el masduk’un hadisleri ortaya koymuştur. Belki 15 veya 20 yıl önce Cidde’de almış olduğum Hakeza Zahara Cilu Selahaddin Hakeza Ade’t el Kuds (Selahaddin Nesli Böyle Doğdu Kudüs Böyle Geri Alındı) kitabını okumuş ve uzun dönem etkisinde kalmıştım. Hâlâ da hayatıma en fazla istikamet veren kitaplardan birisi olarak kalmıştır. Zaman gazetesinde yazdığım sıralarda kitapla alakalı olarak birkaç makale yazmıştım. Bana göre kitap sadece geçmişe değil, geleceğe de ışık tutuyor, hitap ediyor. Yazarı Macid Arsan Geylani önemli bir isim ve Halis Çelebi’nin dostları arasında bulunuyor. Gerçekten de İslam’ın üstünlüğünü ortaya koyan ve onun yanında her yöne insafa açık bir kitap. Kur’an-ı Kerim bize ‘la tebhasun’nase eşyaehum’ yani insanların faziletlerini örtmeyin ve meziyetlerini ketmetmeyin, inkar etmeyin buyuruyor. Dolayısıyla düşmanın gücünü tanımak ondan yararlanmak anlamına gelir. Bu bağlamda, Bediüzzaman “Müslümanlar tahsile gitmişler; işte Hindistan, İslâm’ın kabiliyetli bir evladıdır, İngiliz lisesinde okuyor. Mısır İslam’ın, zeki bir mahdumudur, İngiliz Mülkiye mektebinden ders alıyor, Kafkas ve Türkistan İslamın iki bahadır oğullarıdır, Rus harbiyesinde talim ediyorlar” diyor. Geçmiş edebi metinlerimizde Hindistan, benzeri niteliklerle anılmıştır. Yine hadis diliyle ilim Çin’de de olsa Müslümanın yitik malı olduğu ifade edilmiştir.
¥
Hadisler ışığında Macid Arsan Geylani, Müslümanların Batı’dan öğrenecekleri veya ibret alacakları olumlu yönler olduğuna işaret ediyor (Hakeza Zahara Cilu Selahaddin, s: 409, Daru’l Kalem). Daha doğrusu hadisler beş madde halinde bunları ortaya koyuyor. Müslim, Sahih’inde ve Ahmed Bin Hanbel Müsned’inde Müstevred Kureşi’den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Müstevred Kureşi, Mısır fatihi Amr İbnu’l As’ın yanında “Kıyamet koptuğu sırada Batılılar insanların ekserisi ve en kalabalığı olacaktır...” diyor. Bunun üzerine Amr İbnu’l As: “Ne dediğinin farkında mısın?” diye mukabele ediyor. Müstevred el Kureşi devam ediyor: “Ben Resulullah’dan duyduğumu aktarıyorum..” Bunun üzerine Amr İbnu’l As: “Öyleyse devam et” diyor. Müstevred rivayetine devam ediyor: “Onların dört (başka rivayetlerde beş) önemli sıfatı ve hasleti vardır. Fitne ve kargaşa döneminde en metanetli insanlardır. Müsibetten sonra hemen toparlanırlar ve hamle gücünü yeniden kazanırlar. Yeise düşmezler. Darbe yediklerinde hemen mukabeleye geçerler. Fakir, yetim ve zayıfları gözetirler ve onlara karşı hayırlıdırlar. Krallarının istibdadına ve zulmüne engel olurlar...” Günümüzün diline uyarladığımızda özellikle Avrupalılarda gördüğümüz hasletler ve kriterler övülüyor. Bu kriterler arasında en fazla dikkat çeken sosyal güvenlik prensipleri ve yöneticilerin zulümlerine engel olmalarıdır. Bu da günümüzün kavramlarıyla demokratik yapıya ve yöneticilerini sorgulama imkanına sahip oldukları anlamına geliyor. Batılıların yeise düşmemeleri ve hemen toparlanmaları gerçekten de güzel bir haslet. Fiilen de Almanya İkinci Dünya Savaşı’ndan enkaz yığını olarak çıkmış, lakin 7-8 yıl zarfında toparlanmış ve Türkiye gibi ülkelerden işçi almıştır. Halbuki, Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’nın ilk üç ülkesi arasında iken zamanla onlarla aramız aleyhimize açılmış ve ‘10 yılda 20 yılda İtalya’yı yakalarız’ derken bu temennilerimiz hayal vadisinde kalmıştır. Zekat ve sair ibadetlerle birlikte İslam sosyal düzeni ve güvenceyi getirmiş ve Hazreti Ömer bunu kurumsallaştırmıştır. Beytü’l maldan süt çocuklarına ve yaşlılara (din farkı gözetmeksizin) ödenek ve maaş bağlamıştır. Lakin Avrupa günümüzde bunun en parlak örneklerini sunmuştur.
¥
Ez Zikra kitabının yazarı Halit Abdulalim Mütevelli’ye göre, hadiste geçen Rum kavramı günümüzde Avrupa, ABD, Kanada ve Avustralya’yı kapsamaktadır (Ez-Zikra fi Alamati’s Saa es Süğra ve’l Kübra, s: 211, Daru İbni Kesir). Fitne, sosyal ve semavi afetler yaşandığında çabuk toparlanıyorlar ve felaketzedelerin imdadına yetişiyorlar. Bunun istisnası Bush döneminde yaşanmıştır. Bundan dolayı da Şarkı ve Garbı gezdikten sonra Muhammed Abduh şunu söyleyecektir: “Garba gittim İslamiyeti gördüm, ama Müslüman göremedim. Şarka geldim Müslüman gördüm, ama İslamiyeti göremedim...” Ziya Paşa da bunu başka bir biçimde dile getirmiştir: Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm. Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm. Sünnetullah kurallarında değişme olmadığından dolayı ona en çok riayet eden, en güçlü hale geliyor. Yani Sünnetullah kanunları karşısında Allah kayırım ve ayrım gözetmiyor. Özellikle Avrupalılar siyasi açıdan kovuşturma geçiren insanlara kucak açıyorlar. Afganistan, Bosna, Irak vesaireden giden mülteciler buna örnek olarak verilebilir. Eskilerin ifade ettiği gibi, küfür devam eder ama zulüm devam etmez. Batılıların esnememeleri ve güçlü olmalarının nedeni de ister inanarak isterse deneyimle keşfetmiş olsunlar Sünnetullah kurallarına riayet etmeleridir. Müslümanlar da siyasette istibdadı bıraktıklarında ve sosyal olarak fakirlerine ve kimsesizlerine kucak açtıklarında ve sahip çıktıklarında elbette ki -diğer değerlerini de nazarı dikkate aldığımızda- Batılılara ve diğer milletlere üstün geleceklerdir. Lakin bu sözde değil özde olmalı ve sözler eyleme geçmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.