Sevgiyi Öldürmek...
“Sevgililer Günü” filan diyerek kutladıklarına bakmayın…
Nesillere sevmeyi öğretmedik biz…
Sövmeyi, hor görmeyi, kırmayı, incitmeyi, aşağılamayı, kızdırmayı öğrettik!
Nefret etmeyi öğrettik!
Sonunda komşuluğun, akrabalığın ölmesine şaşmamalı!..
Aile içinde bakılması gereken yaşlıların huzurevlerine tıkılmasına şaşmamalı!
•
İkiye katlanmış bir gazete sayfası düşünün: önümdeki kitabın ebadı işte bu.
Adı ise şöyle: “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne: Nasıldı Nasıl Oldu”...
1933 yılında, Cumhuriyetin Onuncu yıldönümü münasebetiyle basılan bu kitap, resmi bir devlet yayını...
“Devlet yayını” ne demek?
Devletin resmî görüşü, resmî duruşu demek…
Yani bu kitap o zamanki Türkiye’nin resmi görüşünü, resmi duruşunu ve temel amaçlarını açıklıyor.
Hiç kimse “Aman canım, birileri yapmış.. yazmış işte” diyemez.
Kitabı hazırlayanların adı da zaten bir “devlet yayını” ile karşı karşıya bulunduğumuzun somut delili: “Vedat Nedim Tör” ve “Burhan Asaf”...
İkisi de “üst düzey” devlet memuru...
Zaten kitap İstanbul’da Devlet Matbaası’nda basılmış.
Bu bile resmi kimliği konusunda hiç tereddüde mahal olmadığını gösteriyor.
Kitap hakkında neden bu kadar teferruata girdiğime gelince: çünkü cumhuriyeti yeni kuşaklara anlatma iddiasıyla yayınlandığı öne sürülen bu kitap, hem bir “iftiraname”, hem de bir “itirafname”dir.
Osmanlı Padişahlarını, Osmanlı devlet kurumlarını, toplumsal yapıyı ve toplumsal yapının dayandığı kutsal kökleri iftiraya bulamakta, aşağılamakta ve karalamaktadır.
Bu yapısıyla, kitap, cumhuriyeti anlatmak için değil de, sanki geçmişi yaralamak ve karalamak için hazırlandığını düşündürmektedir.
Hiçbir ayırım yapılmadan padişahlara münasip bulunan sıfat, “zorba”dır. Kitabın ikinci sayfasında aynen şöyle denmektedir:
“Padişahlar, sarayın dört duvarı içinde soysuzlaşmış zulüm ve sefahet mirasyedileridir... Sultanlar içinde millet davası, kendi aile menfaatlerini kurtarmak için pazara çıkarılan bir metadan (maldan) ibaretti. Sultanlar millete inanmazlar, milletin gelişmesini istemezler, millette beliren her türlü uyanıklık hareketlerini bir kan deryasına boğarlar, kuvvetlerini milletin şuurundan ve sevgisinden değil, milletin cehaletinden ve korkusundan alırlardı.”
Kitabın altıncı sayfasından bir cümle: “Horoz dövüştüren Sultan!”
Yedinci sayfasından bir cümle daha: “Gazi, fikir dövüştürür.”
Sekizinci sayfada, bazıları daha sonra padişah olan Osmanlı şehzadeleri şöyle niteleniyor: “Sarayların dört duvarı içinde halayıklar ve haremağaları arasında yetişen nazlı efendiler kuş beyinli kalmağa mahkûmdurlar.”
Kitabın “kuş beyinli kalmaya mahkûm” olduklarını söylediği şehzadelerden tahta çıkanlarından biri “Yıldırım Bayezit”di, ki, milletimizi Avrupa’dan atmak için gelen ve “Gök kubbe çökse mızraklarımızla tutarız” diyen mağrur Haçlı ordusunu Kosova’da perişan etmişti...
Diğeri Murad Hüdavendigâr’dı ki, İkinci Niğbolu Zaferi’ni kazandıktan sonra, millet-devlet davası uğruna şehid olmuştu...
Kitabın “kuş beyinli kalmaya mahkûm” olduklarını söylediği şehzadelerden bir diğeri “Sultan İkinci Mehmed” unvanıyla padişah olup Bizans emellerini yerle bir etmişti…
Bu milletin devletini hem “ilmin kıblesi”, hem de kendi devrinin süper gücü yapmıştı. Dünya tarihinde ilk kez “kişisiler hak ve özgürlükler” sayfasını açıp bundan yalnız Müslümanları değil, Hıristiyan ve Musevileri de yararlandırmıştı.
Bunlara ve torunlarına, yani Yavuz ve Kanuni dâhil, hem tarihsel çizgide, hem de günümüzde iftihar vesikalarımız olan dâhilere “kuş beyinli” diyebilmek için, insanın gerçek anlamda bir “kuş beyinli” olması bile yetmez, aynı zamanda derin bir kin kuyusundan hayata bakması da gerekir.
Bu kitap gerçekten de bir kin kuyusundan hayata bakıyor.
Bunu kitabın her sayfasında görmek mümkün olmakla birlikte, en çok, sevgi, hoşgörü ve barış simgesi sayılan Mevlânâ’nın öğretisi istikametinde gösteri yapan dervişlerin fotoğraflarının basıldığı yirmidördüncü sayfada kendini gösteriyor…
Bu sayfada bir grup semazenin (sema edenlerin) fotoğrafı basılmış ve fotoğrafın altına aynen şu cümle yazılmıştır:
“Şu soytarılara milletin ruhu emniyet olunur mu?”
Peki ya bu zihniyeti güncelleştirip başörtülü (başörtüsü) düşmanlığına dönüştürenlere millet emanet edilebilir mi?
Kimisinin unvanı rektör, kimisinin dekan, kimisinin profesör, kimisinin siyasetçi; hiç fark etmez: Bazıları maalesef aynı kin tufanında hayata bakıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.