“Gülü Arayan Adam”a dönüşmek
Geçenlerde büroya gelirken, her gün kullandığım yolda yeni bir şeyler fark ettim: Yol boyunca güller, çiçekler, gelincikler açmıştı.
Bunu fark ettim, çünkü otomobili bu kez ben kullanmıyordum. Anladım ki, dikkatimi tek şeye (otomobil kullanmaya) yoğunlaştırmam, aslında var olan, var olduğu için de görmem gereken bazı güzellikleri görmemi engelliyor.
Ne dersiniz? Kendimizi tek konuya, yahut birkaç konuya (diyelim ki savaşa, paraya, işe, politikaya, ideolojiye) kilitlememizden dolayı, hayatın bazı güzelliklerini kaçırıyor olabilir miyiz?
Yazının başlığı, aynı zamanda son kitaplarımdan birinin adıdır. Oradan size bir hatıramı aktarmak istiyorum...
Bir gün ilkokul öğretmenimiz dedi ki:
“Bugün değişik bir şey yapın, eve her gün kullandığınız yoldan değil de, başka bir yoldan dönün.”
Üç kişi dışında kimse bu öğüdü tutmadı: O üç kişinin içinde ben de vardım. Biraz dolambaçlı, ama değişik bir yoldan gittim eve. İlk defa kullandığım için de çevreye dikkat ettim...
Yolun iki tarafı yabani çiçeklerle süslüydü. Yer yer ağaçlar tepede kafa kafaya vermiş, patika yol tam anlamıyla yeşil bir tünele dönüşmüştü. Yeşilin her tonu yol boyu sere serpe uzanmıştı. Bizler bu muhteşem renk bestesinde notalara dönmüştük.
Bir kulağımda Kalecik Deresi’nin çağıltısı, öbür kulağımda Karadeniz’in hırçın dalgalarının sesi vardı. O ana kadar böylesine bir duyum ve görüntü zenginliği yaşamamıştım...
Her şey gerçekten de çok muhteşemdi.
Hayatın ve hayatı güzelleştiren her şeyin benim için (insan için) yaratıldığını sanırım ilk o gün fark ettim. Galiba öğretmenimin de gayesi buydu.
Ertesi gün, öğretmenimiz, kimlerin değişik yollardan eve döndüğünü sordu. İki arkadaşımla birlikte parmak kaldırdım. Karatahtayı gösterdi:
“Gel ve gördüklerini arkadaşlarınla paylaş.”
Dilim döndüğü kadar muhteşem güzelliği anlattım. Herkes hayran hayran dinledi. Ve o gün herkes aynı yoldan eve döndü.
En çok neye şaştım biliyor musunuz? Hani birlikte yürüdüğüm iki yol arkadaşım vardı ya: Bunlardan biri ilk teneffüste koluma girdi ve benim sınıfta anlattığım hiçbir şeyi görmediğini söyledi.
Anladım ki, görebilmek için bakmayı bilmek lâzım.
•
Güzellikleri görebilmek için değişik yollar kullanmak bile gerekmeyebilir...
Her gün kullandığınız yola (her gün gördüğünüz kişilere) biraz daha dikkat edin, yeter.
Gözünüzden hep kaçırdığınız alımlı baharı belki o gün yakalarsınız, belki o gün fark edersiniz hayatın sırrını ve belki o gün tanışırsınız hayatın gülümseyen yüzüyle...
İyisi mi, siz önce kendinizle iyice bir tanışın: Gözbebeğinizdeki “yaşama sevinci”ni dikkatle bir okuyun...
Kendinizle birlikte hayata sımsıkı sarılın ve hayatı da okumaya başlayın.
Hayatı okuyabilmek için her gününüzü hep “ilk gün” olarak yaşayın...
Her yere ve her şeye “ilk kez” görüyormuşsunuz gibi bakın...
Gülleri, çiçekleri “ilk defa” kokluyormuş gibi koklayın... (Hayatın olumsuzluklarına, yani dikenlerine öyle bir kilitlenmişiz ki, gülü göremiyoruz)
Kelebekleri, renkleri, yıldızları “ilk” görüyormuş gibi yapın...
•
Daha mutlu, daha huzurlu yaşamak için aslında dünyayı değiştirmemiz filan gerekmiyor, sadece dünyada hep var olan bazı güzellikleri fark etmemiz, bazen de keşfetmemiz gerekiyor.
Yani dünyaya değişik pencerelerden bakmayı öğrenmeliyiz.
Bunu yapabilmenk, hayata salt gözümüz ve beynimizle değil, biraz da yüreğimizle bakmayı gerektirir!
Yani her bakışımıza biraz duygu katmalıyız...
Hadi hemen bugün eski olumsuzlukları ve eski olumsuzluklardan kaynaklanan bazı kötü alışkanlıkları değiştirip dünyamıza yeni bir pencere açalım...
Gökkuşağı’nın yedi renginde saklı sınırsız renk cümbüşünü, yıldız sağnağını, mehtabı, gece karanlığına sarınmış sır dolu güzellikleri görelim...
Menekşelere, şebboylara, yediverenlere dikkat edelim...
Kısacası, her güzelliğin bizi mutlu etmek için yaratıldığını bilerek hayata bakalım.
Unutmayalım ki, hayatın tümünü değil, sadece görmek istediğimiz parçaları görürüz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.