Geldiler, hasret bitiyor artık...
Biz yıllardır, kendi değerlerimizi savunan, sadece milletin sinesine yaslanan aydın hasretiyle yaşıyoruz. En acısı da, yönetici elit sınıfın, bizi biz yapan değerlere yabancılaşmasıydı. Büyük kavga, kutuplaşma da asıl buradan çıktı.
Ergenekon davasının özünde de, Kürt sorununun temelinde de, laik-dindar, Sünni-Alevi ayrılığı çıkartılmak istenmesinin arka planında bu gerçek var.
Bizler, kendimizi bildik bileli haykırıyoruz; "kabahat, milletimizin kendine, özüne sahip çıkmak istemesinde değil, ona hor bakan, onu önemsemeyen, onun seçtiklerini meşru saymayan zihniyettedir" diyoruz. Yıllarca haykırdık. Sesimizi bir duyan olur diye bekledik. Şükür, hasret bitiyor artık. Size bugün iki örnek verip, yüreklere su serpmek istiyorum. İlk örnek, emekli büyükelçi Sayın Temel İskit'in, önceki gün Taraf gazetesinde çıkan, "72 yaşındaki bir 'beyaz Türk'ün düşünceleri" başlıklı yazısından. Kısaltarak alıyorum:
"Benim neslim ve çevrem uzun süre 'sorunsuz' bir Türkiye'de yaşadı.
Doğu'yu küçümser Batı'yı önemserdik. En büyük korkumuz irtica ve komünizmdi.
Yıllarca aldatıldık. Önce eğitim aldattı. Sonra da Soğuk Savaş.
Gözlerimizdeki perde sonraki nesillere göre çok geç kalkmaya başladı.
Önce bizden bazı şeylerin saklandığını sezmeye başladık. Ama neyin saklandığını bilemedik. Türkiye'nin sorunsuz değil tam tersine bol sorunlu bir ülke olduğunu anlamamız zaman aldı. Çözümler üzerinde kafa yormaya başlamamız da.
Bir kısmımız ideolojilerin cazibesine kapıldı. Asıl sorunlarımızın ideolojilerle maskelendiğini anlayamadı. Çoğumuz da gözlerimizi kapayıp vazifemizi yaptık.
Dünya değişip de gerçek sorunlarımızla yüzleşince şaşırdık. Eski şablonlar hiçbir şeyi çözmüyordu. Kemalizm, sosyalizm, milliyetçilik dertlerimize deva değildi.
Bütün bir ömür aldandığını kabullenmek kolay değildi elbet. Bir kısmımız aldatıldığına kızarken, çoğumuz inkârın rahatlığına sığınıyor hâlâ.
İçimize salınan 'şeriat' korkusunun temelinin çok da sağlam olmadığını görmeye başladık. Öğretilenin aksine Müslümanlığın bir tehlike olmadığını, toplumumuzun ortak değeri olduğunu anladık. Laikliğin kolay kolay elden gitmediğini, 'İslamcı' denilen bir partinin yedi yıllık iktidarından sonra bile İran olmadığımızı gördük. İrticayla mücadelenin, özgürlüklerin kısıtlanması için nasıl bahane edildiğini fark ettik.
Benim neslim toplumun en fazla koşullandırılmış kesimi. Hatta kendisini sonraki nesilleri koşullandırmakla görevli saymış bir nesiliz biz. Benim neslim, çözüm aramaktan çok sorunu sürdürmeye çalıştı. Çözüm; bizden sonrakilerin, sizlerin elinde artık. Biz ettik siz etmeyin Türkiye'ye..."
İkinci örnek, emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün, dün Milliyet gazetesinde Fikret Bila'nın köşesinde çıkan ifadeleri. Hep birlikte okuyalım:
"Ben halkımızı çok aklı başında buluyorum. Sağduyu denilen bir şey var biliyorsunuz. O cahil, sorumsuz sandığımız kişiler öyle şeyler söylüyorlar ki şaşırıyorsunuz.
Halkımızın inançları kuvvetlidir. Ancak, büyük kısmı itidallidir. Mütedeyyindir. Ona büyük saygı duymak lazım. İnançsız toplumlar sıkıntı çekmişlerdir. En modern ülkelerde bile inanç sistemi önemsenir. İnananlarla asla alay etmememiz gerekir. Ama şimdi Türkiye'de bir de bu sıkıntı başladı. Herkes inancını, ibadetini saklar oldu. Hoca, hacı demek küçümseme sözcükleri oldu.
Başbakan'la uyumlu çalışmak, yakın çalışmakla da eleştirildim. Meşru bir hükümetle uyumlu çalışmak her Genelkurmay başkanının görevidir. Ben, öyle başbakan, genelkurmay başkanı ile kavga etsin, o bununla kavga etsin istemiyorum. Halkın büyük çoğunluğu da istemiyor. Ben meselelerin barış içerisinde, karşılıklı anlayışla, saygıyla, en zıt fikirleri dinleyerek ama kendi fikirlerini de söyleyerek daha iyi çözüleceğine inanıyorum. Bunları gördüm, yaşadım."
Muhterem okuyucu, "hasret bitiyor artık" diye düşünmem boşuna mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.