Hilmi Özkök'ün erdemi
Hilmi Özkök'ün söyledikleri hepimizin çok yakından tanıdığı-bildiği ama bir türlü bulamadığı çok temel bir düsturu veriyor. Aradığımız şey erdem.
Bu ülkeyi huzur ve güven içinde tutacak insanî bağ. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne komuta etmiş bir komutanın ağzından çıkan sözler herkesin altına imza koyacağı sözler ise, bu sözlerde somutlaşan erdemin anlamı üzerine düşünmemiz lâzım. Erdem insana özgü bir vasıf. Koca koca kurumların başındaki insanlar eğer bu vasfa sahip ise her şeyin rengi değişiyor. En çok da bu ülkede yaşamak güzelleşiyor.
Hilmi Özkök, demokrasiye bağlı bir genelkurmay başkanı idi. Gözettiği prensip bir askerin devlet yönetimine dair prensibiydi. Bir asker olarak, halkın yönetmediği bir devletin güvenlik zaafı yaşayacağını biliyordu. Bugün hâlâ üzerinde konuştuğumuz darbe teşebbüslerini bu prensibe bağlı kalarak ve birçok kişiyi karşısına alma pahasına önledi. Özkök Paşa, hırsızlığa ve yolsuzluğa karşı tavizsizdi. Bir kuvvet komutanı yolsuzlukla suçlandı, onun muvafakati ile yargılandı ve mahkûm oldu. Üzerindeki Lockeed lekesinden bir türlü kurtulamayan ordu, bu mahkûmiyetle aklandı. Şimdi Hilmi Özkök, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni koruma ve kollama adına, özellikle laiklik prensibini teminat altına alacak bir pensipten bahsediyor. Bu prensip "inançlara saygı". Özkök Paşa'nın üzerinde dikkatle durulması gereken sözlerini kayda alıyorum: "Halkımızın inançları kuvvetlidir. Ancak, büyük kısmı itidallidir. Mütedeyyindir. Ona büyük saygı duymak lazım. İnançsız toplumlar sıkıntı çekmişlerdir. En modern ülkelerde bile inanç sistemi önemsenir. İnananlarla asla alay etmememiz gerekir. Ama, şimdi Türkiye'de bir de bu sıkıntı başladı. Herkes inancını, ibadetini saklar oldu. Hoca, hacı demek küçümseme sözcükleri oldu. Halbuki din adamları iptidai kavimlerden en gelişmişlerine kadar her ülkede daima saygı görmüştür. Onlar da bu saygın mertebeye tırmanmaya veya orada kalmaya gayret göstermişlerdir."
Hilmi Özkök'ün bu sözleri çok açık; ama bu sözleri bir de tam tersinden okumalıyız. Bu sözler dinden ve inançlardan önce laikliği teminat altına alan bir perspektifi yansıtmıyor mu? İnançlara, dine ve din adamlarına saygı gösterilmesini isteyen bir genelkurmay başkanının bulunduğu bir ülkede, laikliği hedef alan dinî yorumların ve din anlayışlarının toplumu peşine takıp sürükleme şansı kalır mı? Hangisi daha etkili? Laikliği korumak adına halkı sürekli tehdit eden, dine ve dindara şüphe ile bakan, dindar olanı cezalandıran ve bu gerekçe ile boğazına kadar siyasete batan bir silahlı güç mü; yoksa dine saygıdan bahseden bir genelkurmay başkanının yönettiği ordu mu? Hangisi laikliği korur? Hâlâ silahlı tehdit ile koruma altına alınan laikliği savunanların, laik bir düzende dinlere saygısızlığı da bize makul gerekçelere dayanarak anlatabilmesi lâzım değil mi?
Demek ki erdemli olmak, erdemin bütün rükünlerine bağlı olmak demekmiş. Vatanı sevmek herkesin işi. Demokrasiye bağlılık, hukuka saygı, devlet malını korumak ve en nihayetinde inançlara saygı bir komutanın kişiliği olarak karşımıza çıkınca sorun çözme yeteneğimiz birdenbire katlanıyor.
O zaman darbeciliğe ve demokrasi düşmanlığına, yolsuzluğa, hukuksuzluğa ve inançlara saygısızlığa biri diğerlerini de doğuran bir erdemsizlik durumu olarak bakmalıyız. Elindeki silahı ülkeyi korumak yerine iktidarı gasp etmek için kullanmaya niyetlenen asker, tam bu noktada erdemini kaybetmeye başlıyor. Önce hukuk dışına çıkıyor. Hukuksuzluğu beslemek için yolsuzlukların kapısını açıyor. İllegal örgütler kurup cinayetler işleyerek postallarıyla üzerinde ilerleyebileceği yolun taşlarını döşüyor. İktidarı ele geçirmek için de "laikliği korumak" gibi bir bahane uyduruyor. Sonunda erdemini kaybeden asker, savunmakla görevli olduğu ülkeye zarar veriyor.
Hilmi Özkök'ün erdemi bütün askerlere örnek olmalı. "Laikliğe dokunanı yakarım" diye elinde silah sağı solu tehdit etmek yerine, inançlara saygı göstererek inanç sahiplerinin saygısını kazanmak arasındaki fark üzerine en başta bütün askerler uzun uzun düşünmeli.