“Demokratik açılım” nasıl gidiyor?

“Demokratik açılım” nasıl gidiyor?

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, siyasi partiler, iş dünyası, sendikalar, medya ve sivil toplum örgütleri ile görüşmelerine devam ediyor. İzleyebildiğimiz kadarıyla, Prof. Atalay, bilim adamlığının da verdiği vakar ve yumuşak üslupla sürdürdüğü maraton görüşmelerden şimdiye kadar olumlu intiba ve sonuçlarla ayrıldı. Yani “açılım” diye başlatılan süreç, oldukça iyi bir trendde seyrediyor. Bunun olumlu yansımaları da her geçen gün daha fazla görülebiliyor. İktidar bu süreci devam ettirmekte kesin kararlı. Bu dikkat ve özen içinde süreci götürdüğü takdirde, netice alma ihtimali yüksek... Beşir Atalay, buna uygun biçimde, hassas davranıyor ve ketumiyete büyük önem veriyor.
Sadece gerektiği kadar konuşuyor. Bu doğru bir tarz. İçişleri Bakanının konu hakkındaki şu kısa ve öz açıklaması dikkat çekici: “Bu, devletin bir çalışmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin. Muhatabı da millettir...” Dolayısıyla daha baştan bu açılımı yalnızca hükümet veya AK Parti-DTP meselesi gibi değerlendirip, ona karşı rijit bir muhalefet başlatan siyasi partilerin, yanlış noktada durduğu hemen anlaşılabiliyor... Başbakan Erdoğan da, çok kesin bir biçimde; bu meselede muhataplarının yalnızca legal kurum ve kuruluşlar olduğunu, illegal hiçbir kişi veya kuruluşu muhatap almayacaklarını tekrar tekrar seslendiriyor. Hal böyleyken, siyasi mülahazalarla olayı; bir hükümet ve bölücü örgüt pazarlığı şeklinde lanse etmeyi sürdürmek, ülkeye fayda yerine zarar verir.
Açıkçası önümüzde şöyle bir tablo var: “Devlet çalışması” olarak ortaya konulan ve dolayısıyla devlet politikasına istinat eden-etmesi gereken bu sürece dair; ya Sayın Baykal ve Sayın Bahçeli’den başka kimsenin görmediği, bilmediği vahim yanlışlıklar söz konusu... Yahut tam aksine bu iki muhalefet lideri, siyaseten yanlış argümanlara dayanarak, sürece böylesine keskin biçimde muhalefet ediyor. Henüz daha zemin yoklaması safhasında iken, yani sadece görüş alışverişleri sürerken, (iktidarın işi gücü bırakıp ülkeyi bölmeye veya birilerine peşkeş çekmeye çalıştığını) iddia etmek ne derece doğru ve mantıklı olabilir ki!.. Hem bir iktidarın ülkesine ihanet etmesi, o kadar kolay ve ucuz bir hadise midir ki?!.
Evham pompalamakla bir ülke selamete erdirilemez. Bugüne kadar yaşanan sıkıntılar, bir taraftan yersiz ve sebepsiz böyle korkular pompalanmaktan; diğer yandan da, akıl ve mantıkla bağdaşmayan uygulamalardan beslendi... Yerleşim yerlerinin adlarını değiştirmekle veya “Kürtçe konuşmak yasaktır” türünden absürd kararlar almakla, veyahut her tarafa “Ne mutlu Türküm diyene” yazmakla bir yere varılamayacağı görülmedi mi?
Şimdi yeni evhamlara sarılmanın mana ve mantığı yoktur. Bundan sonra, ne İstanbul Kostantinopol olur. Ne İzmir Smiyrna, ne de Hakkari Çölemerik... Kaldı ki, isim her şey değil. Ruh önemli. Türkiye Cumhuriyeti’nin en zayıf döneminde bile, ‘Düvel-i muazzama’ Sevr’i hayata geçirip “Vilayat-ı Sitte-i Şarkiyye”yi bu ülkeden koparamadı. Bundan sonra da kimsenin gücü yetmez. Bu laf bir hamaset değil. Kaskatı gerçek. Ve şayet, terörden ötürü heba olan yüz milyar dolarlar; ülke ekonomisine girmiş olsaydı, bugün bizim de okyanuslarda yüzen uçak gemilerimiz olurdu. O vakit de bazı devletçikler, gözümüzün içine baka baka bölücü örgüte destek veremezdi...


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi