Müslüman İslâm’ı Yaşar
Müslüman, İslâm'ı yaşamakla mükelleftir (yükümlüdür). Adam Müslümanım diyor, fakat İslâm'ı yaşamıyor. O ne biçim bir Müslümandır? Laf Müslümanıdır...
İslâm nasıl yaşanır?
Beş vakit namazı kılarsın, İslâm'ı namazla yaşamış olursun. Sadece namaz kılmakla İslâm'ı hakkıyla yaşamış olur musun? Olmazsın.
Namazı kılmanın da dereceleri vardır. Sadece kalıpla kılanlar... Hem kalıbıyla hem kalbiyle kılanlar... "Ben namaz kılarken bütün ruhumla, bütün kalbimle, bütün benliğimle, olması gerektiği gibi kılamıyorum..." diyenlerin, namazı yine de kılmaları gerekir.Namaz böyle bir bahaneyle terk edilemez, İmamı Rabbanî Hazretleri böyle buyuruyor.
İslâm'ı yaşamak mı istiyorsun? Dosdoğru olacaksın, doğru olmak dinimizin temel farzlarındandır.Keşke ilmihâl kitaplarına ekler konulsa, doğruluk gibi belli başlı farzlar da eklense.
Doğruluk deyip geçmeyelim... Şerhi yapılsa ciltlerle kitap yazılır. Kendine karşı doğru olacaksın, ailene karşı, akrabalarına karşı, içinde yaşadığın kavme ve ülkeye karşı, insanlığa karşı, hatta hayvanlara ve cansız görünen şeylere karşı.
Güvenilir olmayan kimse İslâm'ı yaşamıyor demektir. İnsanlar senin elinden ve dilinden emniyette olacaklar. Elinle ve dilinle hemcinslerine zarar veriyorsan, sen yine Müslümansın ama negatif birMüslümansın...
İslâm sadece inanç, taharet, ibadetler, muamelat, ukubat hükümlerinden ibaret değildir. Yeme, içme, giyinme, binit kullanma ev döşeme gibi konularda da dinimizin talimatı (öğretileri), hükümleri, emir ve yasakları, tavsiyeleri vardır.
Çoğumuz oburluğun günah olduğunu düşünmeyiz. Kendini iyi ve kâmil Müslüman zanneden niceleri vardır ki, sofra başında canavarlaşır. Çatlayıncaya, patlayıncaya, tıksırıncaya kadar yer, yer, yer... Bu ne biçim bir Müslümandır? Çok eksik, günahkâr bir Müslümandır.
İslâm'ı yaşamak istiyorsan yeme içmeyle, beslenmeyle, sofrayla ilgili şu hususlara dikkat edeceksin:
(1) Doyduktan sonra yemeyeceksin. Yediğin her fazla lokmayla (dolaylı olarak) bir başkasının yemeğini çalmış olursun.
(2) Lüks, ağır, pahalı yemeyeceksin. Böyle bir şey Kur'ân'ın, Sünnetin, evrensel bilgeliğin, aklın, vicdanın hoş görmediği bir şeydir. İnsanlara en güzel model ve örnek olarak gönderilmiş Peygamberimize bakalım, nasıl yemiş, nasıl içmiş, nasıl beslenmiş, nasıl yaşamış?.. Çok defa aç kalmış. Müminlerin annesi Hazret-i Âişe validemizin (radiyallahu anha) ağlayarak anlattığına göre, o Yüce Peygamber bütün ömrü boyunca buğday ekmeğiyle eti birlikte doyasıya yememiş. Yiyecek bulamadığı zaman aç kalmış, karnının üzerine bir taş bağlamış, yine de kimseden bir şey istememiş.
Zamanımızın bazı Müslümanlarına bakıyorum da, yemelerinin, içmelerinin Peygamber sünnetinden ne kadar uzak olduğunu üzüntüyle görüyorum.Biz, Peygamber gibi olamayız, lakin yine de yeme içme ve sofra ihtiraslarımıza bir sınır koymamız gerekmez mi?
Giyim kuşamda da çok aşırı gidiyoruz, dinimizin sınırlarını aşıyoruz. Günümüzde ne kadar çok marka Müslümanı var. Boyunlarına at yuları gibi rengârenk kravatlar asmışlar; cırtlak sarı, cırtlak pembe, cırtlak kırmızı, cırtlak mavi, cırtlak yeşil, cırtlak eflatun... Bu yularlılar, boyunlarındaki renkli paçavraların rüzgârla ters dönmesinden çok hoşlanıyorlar...
200 dolarlık ayakkabı giyen varmış...Milyonlarca fakir Müslümanın sıkıntı içinde kıvrandığı bir ülkede, dindar bir kişi böyle bir ayakkabıyı nasıl giyer? Elli altmış dolarlık iyi bir ayakkabı nesine yetmiyor?
Başka bir Müslüman, İtalya'dan 1000 dolara palto almış... Yine aynı ülkeden ölçü almak için terziler geliyormuş, zenginlerimizin siparişlerini alıp gidiyorlarmış ve elbiseleri gönderiyorlarmış. Gardroplarında böyle binlerce dolarlık elbiseleri olanlar varmış. Haydi, bir dinsiz böyle densizlikler yapabilir, ya birtakım Müslümanlara ne oluyor? Mânâ âleminde Peygamber onları bu kıyafetle görse, "Güle güle giyin" mi der?
Farkında değiliz, biz, binitlerimizle de İslâm'ı yaşıyor veya yaşamıyoruz. Geçenlerde evime yakın bir yerde çok lüks, çok şatafatlı, çok pahalı, tank cesametinde, Dabbetülarz gibi cip tipi bir araba gördüm. Rengi cehennemî siyahtı, dehşetli, korkunç, şeytanî bir cazibesi ve güzelliği olan bir arabaydı. Yanımdaki kişi "Bu arabanın değeri 450 milyar liradır" dedi.Yıllık vergisi de 15 milyar liradan fazlaymış, su gibi benzin yakıyormuş. Dehşetli bir servet... Bu arabanın parasıyla bir atölye açılır, on kişi, yirmi kişi ekmek yer.
Parası da olsa bir Müslüman böyle lüks bir arabaya binebilir mi? "Be adam, sen Müslüman mısın, yoksa Nemrud musun?" diye sormazlar mı ona?
Ev mimarimizde, mefruşatta (döşemede, dekorasyonda) da İslâm'ı yaşamıyoruz. Hayır, ben çok mütevâzı toprak evlerde oturunuz demiyorum, lakin herşeyin bir ölçüsü var. Be mübarek, içinde basketbol mu oynayacaksın ki, üç yüz ellimetrekarelik berhane gibi bir meskende oturuyorsun. Ev değil sanki mobilya galerisi. İçinde hiç ucuz bir şey yok, koltuk pahalı, kanepe pahalı, büfe pahalı, masa pahalı, yataklar, gardroplar, soğutucular, çamaşır makineleri, her şey en pahalısından, en lüksünden. Bu evin helâsı bile bir servet yutmuş, nihayet bir ayakyolu, böyle suflî bir yere bu kadar masraf yapılır mı? İnsan Allah'tan korkar, Peygamberden utanır.
Evlerimiz derli toplu, temiz, rabıtalı olmalı ama bir dereceye kadar.
Eski çağlarda da Greklerin, Romalıların, Kartacalıların, daha nice kavmin zengin takımının sarayları, konakları, kâşaneleri varmış. Yerlerinde yeller esiyor, sadece Pompei ve Herculanum'daki binalar sağlam kalmış. Vezüv'ün kızgın külleri onları örtmüş, korumuş.
İslâm'ın parayla, zenginlikle, ticaretle, iş hayatıyla ilgili hükümleri ve öğretileri var. Onları yaşayabiliyor muyuz? Dinimiz "Kölelerinize kendi yediğinizden yedirin" diyor. Zamanımızda eskisi gibi köle yok, gerçi çağın insanları köleleşmiş ama zahirî bir hürriyet hüküm sürüyor. Biz işçilerimize, hizmetimizdekilere kendi yediğimizden yedirebiliyor muyuz? İmkanlarımız buna elvermiyorsa biz onların yediği gibi yiyor muyuz?
İşyeri sahibi emrindeki küçük çırağa veya komiye "Yavrum, git bana bir buçuk porsiyon İskender kebabı getir, tereyağı bol olsun..." diyor. Çırak, peynir ekmek yiyor. İslâm'a uyar mı bu? Uymaz, uymaz, uymaz... Peygamber, peynir ekmek yiyen çırağına "Bana İskender kebabı getir" diyen patrona "Aferin" demez.
İslâm, büyüklere hürmet, küçüklere şefkat ve merhamet gösterilmesini istiyor.Biz bunu yaşıyor muyuz?
İslâm, "Komşusu açken, tok geceleyen bizden değildir" diyor. Çevremizdeki açları düşünüyor muyuz, mükellef sofralarda tıkınırken?
Birtakım süper zengin Müslümanlar yatlarına biniyorlar, sakin koylara gidiyorlar, karıları kızları tesettür mayolarını giyiyorlar ve dünyadan kâm alıyorlar. Bu gibiler İslâm'ı yaşadıklarını iddia ederlerse yalan söylemiş olurlar.
Bir haksızlık, münker bir iş görüyoruz ve bunu protesto etmeye, imkânımız, fırsatımız, iktidarımız olduğu halde ses çıkartmıyoruz. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın..." Peki, İslâm ne diyor?.. "Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır" diyor.
Ramazan geldi... Orucunu tutacak, akşam namazını kerahet vaktinde yalap şalap, paldır küldür kılacak ve sonra ver elini "Ramazan eğlenceleri ve etkinlikleri". Gittiği yerde cehennemî çalgılar çalınıyor, birtakım çağdaş kadınlar teganni ediyor. Yatsı ezanı okunuyor, orkestra birkaç dakika susuyor, aman ne dindarlık, ne dindarlık!