Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Bediüzzaman’dan Abdullah Öcalan’a

Bediüzzaman’dan Abdullah Öcalan’a

Tarihteki Kürt-Türk irtibatının ve beraberliğinin en önemli parametrelerinden ve muhkem bağlarından birisi İdris-i Bitlisi iken, bir diğeri de Bediüzzaman Said Nursi’dir. Bediüzzaman geçmişe dönük bir hayali veya fikri seyrü seferinde Yavuz’a biatlı olduğunu söyler. Bu anlamda o, Yavuz Sultan Selim’e İdris-i Bitlisi’nin bağlandığı gibi ve bağlandığı dönemde bağlanmıştır. Geçenlerde basına akseden sözlerinde Öcalan şöyle konuşmuş: “Fethullah Hoca’yı takip ediyorum, okuyorum. Olumsuz değerlendirmiyorum. Kürdistan’da okulları, cemaatleri var, örgütlüler. Demokratik temelde, karşılıklı yaklaşımlar olabilir.” Şefinin hilafına Murat Karayılan ise şunları söylemektedir: “Fethullahçılar devlet sistemine yerleşmek istiyorlar. AKP ile bunun için yakınlaştılar. Güç kazandılar. Amerika’dan da destek alıyorlar. Fethullahçıları İslâm dünyasına sürüyor Amerika... ‘Biz de PKK’ya karşıyız; biz de devletçiyiz!’ diyerek devlete yerleşiyorlar. Belki bugün değil ama geleceğe dönük olarak risktir bunlar...” Mevlana’nın dediği gibi ‘ben ne diyorum; tanburum ne çalıyor / men çi guyem tamburem çi guyed’ misali bir durum. Ya kafaları karışık, ya da net değiller. Abdullah Öcalan’ın buna mukabil Bedizzaman’la ilgili bir değerlendirmesine rastlamış değiliz. Olsa da mutlaka olumsuz olması iktiza eder.
Apo, Bediüzzaman ile barışık olabilir mi? Asla ve kat’a... Bediüzzaman biat tazeleyen, Abdullah Öcalan da biat kıran ve bozan bir karakter ve kimyadır. Sebebine gelince Bediüzzaman, İslâm adına da olsa Türk milletine kılıç çekilmesine karşı çıkmıştır. İkinci olarak, yönteminde dahilde asayişi bozmak ve silah kullanmak da yoktur. Bundan dolayı Şeyh Said Piran ayaklanmasına bile olumlu bakmamış ve bu tarz kalkışma hareketlerinden uzak durmuştur. Uzak durmaya da çağırmıştır. Dolayısıyla bu tavrından bedihi olarak anlaşılacağı gibi, İslâm adına kalkışmaya izin vermeyen Bediüzzaman, Marksizm adına bir kalkışmaya ve dahilde silah kulanılmasına haydi haydi izin ve cevaz vermez. Dolayısıyla hem şuubistan ve şuubilik (ırkçılık) adına silahlı kalkışmada bulunanlar, hem de Marksizm veya sair ideolojiler adına dahilde silah kullananlar, Bediüzzaman’da referans bulamazlar. Zira Bediüzzaman, onların panzehiri ve antitezidir.

Bediüzzaman, şuubilik meselesini ve bu anlamda ittihad-ı anasır ve ittihad-ı İslâm’a yabancılaşmayı eğitim üzerinden çözmeyi düşünür. Bunun için Medresetü’z Zehra modelini ortaya koyar. İsabetli olan da budur. Medresetü’z Zehra, Camiü’l Ezher’in Asya’daki kardeşi ve karşılığı olacaktır. Bediüzzaman aslında hayatının bir devresinde Ezher’e gitmeyi murad etmiştir. Lâkin bu arzusunu ve niyetini gerçekleştiremez ve bu müyesser olmaz, bunun yerine Ezher’in kardeşini Anadolu’da kurma fikrine kapılır. Esasında Abdullah Öcalan da bir dönemler Ezher’e gitmek ve eğitim almak istemiştir. Lâkin o daha sonra Ezher’in ruhuna da yabancılaşır ve bu düşüncenin antitezi haline gelir. Bediüzzaman’ın gaye-i hayâli ve kızıl elması bir Medretetü’z Zehra modeli inşaa etmektir. Osmanlı döneminde bunun için girişimde bulunur, lâkin şansı yaver gitmez. Cumhuriyet döneminde yeni bir hamle yapar ama yine bu hamle de -kader cihetiyle vakti olgunlaşmadığı için olsa gerek- semeredar olmaz. Lakin örgün Medresetü’z Zehra yerine yaygın bir biçimde Risaleleri Medresetü’z Zehra yerine ikame eder. Muvakkaten Risaleler Medresetü’z Zehra’nın yerini alır ve onun işlevini görür. Bediüzzaman, Medresetü’z Zehra’yı şuubiliğin ve yabancı ideolojilerin panzehiri ve kırıcısı olarak görür. Yani dahildeki bozulmanın ve harici ideolojilerin ilacıdır.

Esasında, Bediüzzaman canlı bir model olarak gördüğü Ezher’e benzer bir medrese kurmak ve onu kopya etmek isterken, onun hayâlindeki medrese ideolojik ve işlevsel olarak Nizamiye Medreselerine tekabül etmektedir. Onun çağdaş bir kopyası, karşılığı ve ihyasıdır. Bilindiği gibi, Nizamiyle Medreseleri İslâm tarihinin en kritik döneminde fikri ve ideolojik yapı ile sapmaları ıslah için kurulmuş muayyen hedefe matuf medreselerdir ve büyük bir işlev görmüştür. Dahili cereyanlara ve batiniliğe karşı İslâm’ın müdafaası ve ilmin kalesi olmuş, İslâm toplumunu münharif cereyanlardan kurtarmıştır. Esasen Bediüzzaman’ın kafasındaki ve gönlündeki medrese modeli de buna matuftur. Dahildeki fitnelere ve fikri inhiraflara karşı bu medreseyi bir set olarak görmüştür. Günümüzde bu tarz bir medresenin en önemli güncel hedefi PKK gibi şuubilik akım ve cereyanlarına karşı durmak ve Müslümanların birliğine hizmet etmektir. İkincisi de, Irak’taki gibi dahili ve harici nedenlerle alevlenen mezhep kavgalarına ve bunu ifade eden taifiyye cereyanlarına karşı fikrî muhkem kaleler inşaa etmektir. Gazali’nin Nizamiye Medresesi bünyesinde Batinilikle mücadelesi buna bir örnektir. Bediüzzaman, hayatını, yapıcılığa ve müspet harekete adamış ve vakfetmiştir. Şuubi ve taifi akımların sonuçları ise yıkıcılıktır. İşte Medresetü’z Zehra’nın misyonu yıkıcılık karşısında yapıcılığın kalesi olmak ve unutulmaya yüz tutan, zayıflayan İslâmî prensipleri yeniden canlandırmak ve tahkim etmektir. Bozuk ideolojilere karşı panzehir Medresetü’z Zehra modelidir. Bu proje hâlâ hayata geçirilmeyi beklemektedir.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi