PKK’yı dağa gönderdiniz, şimdi de “Kürt Açılımı” ile i
Evvela soralım.
Bu Kürt açılımı neyin nesidir?
Bir iç mesele mi, yoksa Siyonistlerin tarihi projelerinden birisi mi?
Olaylara sırf köy kahvesi mantığından değil de Ortadoğu şartları açısından baktığımızda görürüz ki PKK’nın Kuzey Irak’taki beklentilerine Vaşington cevap vermeyince, iş geldi Öcalan’ın Meclis’teki temsilcisi DTP’ye dayandı.
Şartlar PKK’nın Kuzey Irak’tan ihraç edileceği sinyallerini vermeye başlayınca dış destekçiler Türk hükümetine DTP’yi terörün siyasi temsilcisi kabul ettirmek niyetindedirler.
O halde görülüyor ki proje devam ediyor.
Siz buna bir başka anlam da verebilirsiniz:
PKK artık dağlarda yoruldu...
Veya miadı doldu...
Veya Ortadoğu’nun uyuşturucu trafiğinden petrol kuyularına doğru başlatılan hareketlerde iki geri gittiler, şimdi bir ileri gidiyorlar...
Durduk yerde Başbakan’ın DTP’yi muhatap kabul etmesi belki geçici lokal bir rahatlamayı sağlasa da, ileride ortaya atılacak diğer Kürt açılımları için bir zemindir.
Hem de Türkiye’nin “Kürtçülük” konusunda başını iyice belaya sokacak bir zemin.
Gidişata göre Pentagon, Kuzey Irak’ı Barzani başkanlığında özerkliğe kavuşturunca, PKK örgütüne vaat edilen kısım DTP’nin seçim sonrasında açıkladığı şekilde “Kürdistan” sınırlarıdır.
DTP, “Kürdistan sınırlarını çizdik” diyordu.
Şimdi PKK oraya talip...
İşin doğrusu, bu gidişatı ilk evvela Erdal İnönü’nün ortak olduğu Demirel hükümeti dönemi başlattı. HADEP milletvekillerini Meclis’e taşıyan parti CHP’dir. PKK bayraklarını Zana’nın elinden gülerek kabul eden Demirel ise bugün suskundur.
Zana da konuşmuyor, Demirel de konuşmuyor.
Mesut Yılmaz döneminde, Öcalan’ın siyasal kişiliğinin ileride sahneye konulacağından haberdar olan Bahçeli kandı da, idam edilmeme noktasında attıkları imzaların kokusu şimdi çıkmaya başladı. İmralı bir ada ve bu adanın 40 bin insanın öldürülmesinden sorumlu katile değil de sanki bir ülkenin tutsak olan kralına tahsis edilmiş gibi hazırlanması bugünün beklenen tablosuydu.
İşte ta o zamanlar biliniyordu ki bir süre sonra iktidarda hangi hükümet olursa olsun, PKK’nın siyasi temsilcisi olan DTP ile bir masaya oturup Öcalan’ın af konusu bir çözüme kavuşturulacaktır.
Süreç bu noktası ile devam ederken şu gerçeği de söylemek zorundayım: İktidarda AK Parti değil de bir başkası olsaydı kim bilir PKK ile onun lideri hakkındaki af görüşmeleri şimdiye çoktan bitmişti. AK Parti görünüşte taviz veriyormuş gibi bir havada olsa da, aslında şimdiye kadar ABD menfaatleri açısından gündeme gelen tüm meseleler değişik bahanelerle askıya alınmıştır.
ABD farkında, PKK farkında...
O açıdan PKK durmadan eylemlerini sıklaştırıyor.
1993 senesinde 6000 eylem, 2007’de 7500 eylem, 2009’un ilk altı ayında 4000 eylem...
İmralı duruşmasında Öcalan, “40 bin insanın öldürülmesinden ben sorumluyum” diyerek, PKK’nın gerçek yüzünü noktaladı. Demek ki yalan değil, iftira değil, gerçek.
2007’nın sonlarında PKK’nın Küpeli Dağı Lojistik sorumlusu Emin Yıldırım, güvenlik güçleriyle girdiği çatışma sonucu teslim olduğunda şöyle diyordu:
“(...) ABD ordusuna mensup askeri şahıslar Kandil bölgesindeki kamplara gelerek üst düzey yöneticilerle toplantı yaptılar. PKK önümüzdeki dönemde Türkiye’yi zorda bırakacak tarzda eylemlere yönelip Türkiye’yi çözüme zorlayacaktır. Abdullah Öcalan’ı kapsayacak bir genel af ile Kürt dili ve kültürünün anayasal güvenceye kavuşturulması ve anayasada buna benzer birçok değişiklik yapılması için eylemleri tırmandıracak...” (Vatan, 15 Nisan 2008)
Havayı koklayın bakalım, neler oluyor...
Hasan Cemal gibilerine göre bu bir barış süreci, ama sürecin sahipleri öyle demiyorlar...
“Öcalan’ı kapsayacak şekilde özel bir af...”
Hadi ettik diyelim, ondan sonrasında adaleti kime anlatacaksınız?
Kim inanır sizin adaletinize?
Hem de Türkiye buna zorlanarak yapılacakmış.
Bakın bakalım, şimdi neler oluyor? Zorlanıyor muyuz, zorluyorlar mı?
Dedim ya, konuşan da bilerek konuşuyor, susan da bilerek susuyor. İşin içeriğinde milletin geleceğinden ziyade Ortadoğu petrollerine göz koyan tarihi düşmanlarımızın değişmeyen planlar var. Onlar bu coğrafyayı “demokrasi” ayaklarında iyice sömürüp kalbura çevirmek için içten buldukları piyonlarla yeniden şekillendirmek peşinde...
Bugün Kürt sorunu derler, yarın Alevi sorununu sürerler gündeme.
İngiliz çıkarlarına hizmet edecek bir “Şerif Hüseyin” içimizden her zaman çıkabilir.
Düşünmeliyiz, topraklarımızın altında deryalar gibi petrol varken Kürt’ü ile Türk’ü ile sefilleri oynuyoruz. Daha açıkçası kafasızlık tablosu....
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.