Her daim üretebilmek....
Toynbee hatıralarını yazdığı meşhur eserinde, " yaşlanmaktan korkmuyorum ama üretkenliğimi kaybetmekten korkuyorum" der ve insanın üretme ihtiyacının ne kadar önemli olduğunu vurgular. Gerçekten de insan elli atmış yıllık ömür süresince o kadar büyük işlere imza atıyor, o kadar faydalı işler başarıyor ki, bu onun aynı zamanda evrendeki üst konumunu da belirliyor. Çünkü insan, bir taş parçası, bir ağaç dalı, kurulmuş bir eşya, statik bir araç değil ki, tekdüze bir hayat sürsün, işe yaramaz bir araç gibi yangelip yatsın. Aksine, her an üreten, her an yeni bir şeyler ortaya koyan, sadece kendisi için değil, diğer insanlar için de faydalı işler ortaya koyan seçkin bir varlık o...
İnanın, bu kadar zengin donanımlara ve seçkin bir konuma sahip olan insanın, hayatında küçük bir aksama olduğunda kendini tembelliğe vurmasını ve yan gelip yatmasını bir türlü anlayamıyorum. Nedense hayatımızın bazı evrelerinde bu şekilde tembel ve miskin bir sürecin içine giriyoruz... Bu karanlık bir tünel gibi bir şey... Giriyorsunuz ve bir yandan çıkmak isterken, diğer yandan elem bir korkuya kapılıyorsunuz... Özellikle emeklilik döneminden sonra ya da belli bir yaşın üstüne gelince insanlar artık her şeyin bittiğini ve bundan sonra bir köşede ölümü beklemekten başka çarelerinin olmadığını düşünüyorlar... Emin olun bu emek kaybını, bu bilgi ve tecrübe hasarını telafi etmek pek kolay olmayacak, bu belki de yıllar alacak... Çünkü insanın bilgi, tecrübe ve sosyal yeterlilik bakımından en verimli olduğu dönem bu dönem yani elli yaş ve sonrasıdır. Ve bu dönem bütün bu bilgi ve tecrübelerinizi paylaşabilirsiniz, evinizde büronuzda ya da çevrenizde yapabileceğinizi ürütebileceğiniz bir çok alan bulabilirsiniz....
İnsanlığa empoze ettikleri mataryalist hayat görüşünü her zaman eleştirsek ve kendimize model olarak görmesek te, Batılı ülkelerin insanları emeklilikten sonra ikinci bir üniversite okumak için okullara yöneliyorlar... Bu ülkelerden birinde araştırma görevlisi olarak yaşayan arkadaşım alt kattaki komşusunun emeklilikten sonra devlete gidip gönüllü olarak bir iş yapmak istediğini belirttiğini devletin de ona bir okulun önünde gidiş ve geliş saatlerinde okul çocuklarını yoldan geçirmek için görev verdiğini anlatmıştı. Arkadaşım, " inan ki, sabahları büyük bir heyecanla giyinir ve görevine giderdi ben de onun bu haline çok şaşırırdım" diyerek kendi insanlarımızın miskinliğinden yakınmıştı...
Bu insanlar, sanırım, işe yarama bir şeyler üretme isteklerini, yaşadıkları monoton hayatlarına renk katmak ve içlerindeki o derin boşluğu telafi etmek için harekete geçiyor ve kendilerini bu konuda disipline ediyorlar... Oysa bizim hayır yapmaya iyilik ve erdem sahibi olmaya teşvik ve telkin eden değerlerimiz var... Efendimizin örnek hayatı başlı başına zaten bizlere her daim üretmeyi, insanlara faydalı olmayı göstermiyor mu? Buna rağmen bizler nasıl olur da yan gelip yatarız? Allah aşkına bu hangi inancın ürünü? Peki bizler, bu miskin ve hayattan bezmiş ruh haliyle mi kurtaracağız insanlığı? Lütfen şöyle bir iç sesimizi dinleyip silkinelim... Yaşımız kaç olursa olsun, bulunduğumuz ortam ya da şartlarımız bizi ne kadar zorlarsa zorlasın yapabileceğimiz bir şeylerin olabileceğini bilmeliyiz... Çünkü bizler insanız , bedenen küçük bir kıvılcımla yıkılacak kadar zayıf olsak da, zeka akıl, güç ve irade bakımından bulunduğumuz ortamı değiştirecek, dönüştürecek yeterliliğe sahibimiz, bunu yapabiliriz... Yaşlı biri de olabiliriz, ellerimiz titriyor, gözlerimiz görmekte zorlanıyor, ayaklarımız tutmaz halde gelmiş te olabilirsiniz... Hareket ettiğimiz ve nefes aldığımız sürece bir kurtuluş kıvılcımı taşıyoruz demektir... Kendi hayatımızı da insanlığın hayatını da kurtarabilecek bir kıvılcım... Hadi şimdi lütfen kalkın ve bu gücü gözden geçirin, bu gücü doğru alana yönlendirin... Ve unutmayın, nefes aldığınız, hareket ettiğiniz sürece siz, biz hepimiz bir kurtuluş potansiyeli taşıyoruz... Yaşımız kaç olursa olsun...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.