Kütüphanesiz Türkiye
DÜNYANIN en büyük, en zengin, en kıymetli kütüphanesi Washington'daki Kongre (Meclis) Kütüphanesi'dir. Burada 132 milyon kitap ve benzeri bilgi malzemesi (haritalar, belgeler, resimler, kartlar, plaklar, elyazmaları, CD'ler vs.) bulunmaktadır. Kitap raflarının uzunluğu, peşpeşe dizildiği takdirde 850 kilometre tutuyor. Kütüphanenin sonsuz malî kaynakları vardır ve günde 10 bin yeni kitap ve diğer malzeme girmekte, kayıtlanmaktadır.
Rusya'daki Devlet Kütüphanesi'nde 42 milyon kitap vs. bulunuyor.
Yine Rusya'da Petersburg Kütüphanesi'nde 33 milyon...Pekin Kütüphanesi'nde 22 milyon... Paris'teki Millî Kütüphane'de 13 milyon... Rusya'daki Novossibirsk Kütüphanesi'nde 13 milyon...
Meşhur Harvard Üniversitesi'nin kütüphanesinde 13 milyon...New York Şehir Kütüphanesi'nde 11 milyon... Londra'daki British Library'de 12 milyon...
Londra'daki "London School of Economics" yüksek okulunun kütüphanesinde sosyal ilimler ağırlıklı 4 milyon kitap vardır.
(Bu rakamlar aşağı yukarıdır. Çünkü bazı Avrupa ve bilhassa doğu ülkelerinde periyodiklerin her sayısı ayrı kaydedilmektedir.)
Gelelim bize: Ankara'daki Millî Kütüphane'deki kitap ve broşür sayısı bir milyonun altındadır.
İstanbul'un en büyük (!) resmî genel kütüphanesi olan Beyazıt DevletKütüphanesi'nde, kitap ve diğer malzeme sayısı 450 bin civarındadır.
İstanbul 2010 yılı dünya kültür merkezi hazırlıkları içindeyiz... Metropol nüfusu 10 milyon, varoş ve periferi nüfusu 10 milyon, yekûn 20 milyon nüfusa sahip, iki cihan imparatorluğuna başkentlik yapmış bu şehirde, içinde en az, evet en az 10 milyon cilt kitabı olan dev bir kütüphane bulunması gerekmez mi?
Türkiye hızla ilerliyormuş...Kitapsız, kültürsüz, sanatsız, medeniyetsiz ilerleme olur mu?
Mısırlılar bile İskenderiye'ye dev bir kütüphane yaptılar. Binası bir harika... Açılışına krallar, cumhurbaşkanları geldi.
Bugün ülkemizde, tarih boyunca yabancı dillerde yayınlanmış, Türkiye ile ilgili kitapların bile tam bir koleksiyonu yoktur.
Kim teşebbüs edecekse etsin ve vakit geçirmeden İstanbul'a en az 10 milyon kitabı olacak ciddî bir kütüphane kurulsun.
Öyle uyduruk kitaplar değil.
Halka müracaat edilecek, herkes kitab bağışı yapsın denilecek... Herkes de işe yaramaz ıvır zıvır kitapları verecek. Bunlar kayda geçirilecek. Saçma sapan romanlar, saçma sapan cep kitapları, saçma sapan broşürler...Bu suretle bir yekun oluşacak.Böyle bir kütüphane kurulacaksa bari ismine "Büyük Ivır ZıvırKütüphanesi" konulsun.
Hem 10 milyon kitap olacak, hem de bunlar ciddî, kıymetli, seçme, Türkiye ile Osmanlı ile bizimle ilgili kitaplar olacak.
Topkapı Sarayı'nın ana kapısının üzerinde büyük boy bir Kelime-i Tevhid levhası bulunuyor. On gün kadar önce bunun önüne salaş bir sahne yapıldı, etrafa hoparlörler yerleştirildi ve o mevkiye yakışmayan müzik çalındı, ırlandı. Bu esnada dinlemeye gelenler kupa kupa içki içtiler. Bir yanda kutsal Kelime-i Tevhid, öbür yanda alkollü içkiler... Aman ne kültür ne kültür. Uygarlığın böylesi bizde olur.
Lütfen bu anti-kültür etkinliklerini bırakalım da İstanbul'a en az 10 milyonluk ciddî, zengin, kıymetli bir kütüphane kazandıralım.
İMAN VE RAMAZAN
İNSAN için çok önemli, en önemli şeyler nelerdir?
Birincisi: Geçerli, doğru, sahih bir imana sahip olmaktır. Çok imanlar var ama onların biri sahih/doğru, diğerleri değil.
İkincisi: Bu geçerli, doğru, hak imana uygun bir hayat sürmek.
Üçüncüsü: Ömrü ölümüne böyle bir iman ile bitişmek. Buna hüsn-i hâtime denir. İnşaallah, imanlarına uygun bir hayat sürenlere böyle bir son nasip olur. Ömrünü, imana aykırı işlerle geçiren kimse son nefesinde yürekten Kelime-i Şehadet getireceği yerde (meselâ) "Bugün dolar kaç lira?.." yahut "Münevver'in katili yakalandı mı?" diyerek son nefesini verir, çenesini kapatır.
Dördüncüsü: Dünyada iman ile yaşayan, son nefesini iman ile veren kimsenin en büyük mutluluğu Allah'ın kendisini fazl ve keremiyle bağışlamasıdır. Buna nail olan ebedî saadete kavuşur.
Bu saydığım dört maddeyi ikinci plana atıp da, boş dünya işleriyle, dedikodularla, fasa fiso işlerle hayatlarını ziyan edenler ne korkunç bir iflas içindedir.
Adam tacir, adam sanayici, adam dünyevî bir hizmet yapıp para kazanıyor. Bunlar amaç değildir. İnsan dünyaya ticaret yapsın, mal üretsin, hizmet versin diye gönderilmemiştir. Elbette çalışılacak, rızık aranacak, kazanç elde edilecektir ama elde edilen paralarla mutlaka mâlî ibadetler yapılmalıdır.
Zekât doğru şekilde verilmelidir. (Tüzel kişilere, derneklere, vakıflara, cemaatlere, tarikatlara zekât verilmez.Şeriat, zekât parasıyla cami yapılmasına bile izin vermemiş.)
Zekât dışında sadaka da verilecektir. Sakın sadakayı dilenciye atılan ufak para sanmayalım. Sadaka, Allah'ın rızasını kazanmak için yapılan harcamalar, yardımlardır.
Dini imanı, aklı fikri para, zenginleşme, mal yığma olan kişi korkunç bir zarar içindedir.
Asıl ticaret Allah ile yapılan ticarettir.
Hüsn-i hâtime ile ölmek isteyenlerAllah ile ticaret yapsınlar.
Ayağı kırılmış bir sokak köpeğini veterinere götürdün, tedavi ettirdin, bunun için bir miktar para harcadın... Bil ki, bu senin affına, kurtuluşuna sebep ve vesile olabilir.
Yüce Allah çok geniş bir rahmet sahibidir. Senin merhametli olmandan razı olur, hoşnud kalır. Bu yüzden aff-ı ilâhîye nail olabilirsin. Böyle fırsatları kaçırma.
İnsanlara tebessüm etmen, güler yüz göstermen bile bir sadakadır. Bunu yapamayacak kadar cimri değilsin elbet.
Aklımız fikrimiz hayır hasenat olsun. İmkânı olmayan elindeki tek hurmanın yarısını başkasına yedirsin.
Hastanelerde inleyen fakirleri düşünüyor muyuz?
Hapishanelerde sürünen mahkûmlarla ilgileniyor muyuz?
Dul kadının oğlu askere gitmiş, kendisine harçlık gönderen yok. Bundan haberimiz var mı?
Seksen yaşındaki koca karı kümes gibi bir odada yaşıyor. Devletin üç ayda bir verdiği azıcık maaştan başka geliri yok. Yakını yok, gelip gideni yok. Beli bükülmüş, iş görecek hali yok. Niçin böylelerinin yardımına koşmuyoruz?
Kudsî hadîste Allah buyuruyor: "Ey kulum ben acıkmıştım, niçin bana yemek yedirmedin?" Kul şaşırıyor, "YaRabbi, Sen yemekten içmekten münezzehsin, ben Sana nasıl yemek yedirebilirim?.." Hak Teâlâ buyuruyor: "Filan kulum açtı, onu doyurmuş olsaydın, Beni doyurmuş gibi olurdun..."
Ramazan geldi, maalesef geçen yıllarda olduğu gibi İslâm'a, Kur'ân'a, Sünnete, Şeriata aykırı bir yığın yolsuz iş yapılacak.
İftarlarda haddinden fazla yenilecek.
Halka açık iftarlarda çadır kapısına "Bu gece iftarı Filan oğlu Filan zengin vermektedir. Duyduk duymadık demeyin. Filan oğlu Filan..." yazılacak.
Sağda solda sahura kadar vur patlasın çal oynasın Ramazan etkinlikleri ve eğlenceleri yapılacak. Erkek karı karmakarışık, kadınların kimisi açık kimisi saçını deve hörgücü gibi topuz yapmış, üzerine gökkuşağı bir eşarp bağlamış.
Etkinlik çadırında sözde tesettürlü Müslüman kadınların bazısı çıngıraklı kahkahalar kopartıyor. İslâm böyle bir şeye izin verir mi?
Dört kere hacı, yedi kere umrevî Zencare bey 250 bin liralık lüks cipine binmiş Şaşaa Sarayı'ndaki lüks, gösterişli, israflı, gururlu, kibirli iftara gidiyor. On beş çeşit iftariye, çorba kıymalı soğanlı yumurta, ana yemek mantarlı biftek (şarapta terbiye edilmiş olmasın?), havuçlu Buhara pilavı. Salatalar, turşular, ezmeler, közde patlıcan... Ayran, meyve suları, Vichy maden suyu... Yandaki servis masasında tam 23 çeşit tatlı var, al tabağı eline seç seç ye ye... Sonra çaylar, sonra kahve, sonra her şey her şey... Ramazan ne hoş!..
Bir köşede genç hanımlar müzik yapıyor. Ramazan münasebetiyle alaturka çalınıyor...
Hacı beyler gevrek gevrek gülüyor. Sohbet çok tatlı, ihaleler, komisyonlar, ihracat, ithalat, milyonlar milyonlar milyonlar...
Aaaa akşam namazı geçecek! Bitişikteki salonun kenarına birkaç seccade konmuş. Hacılar alelacele, paldır küldür, ahlaya puflaya (mideler dopdolu ya) namazlarını eda ediyorlar.
Zenginler alabildiğine tok, fakirler sefalet ve sıkıntı içinde...İftar çadırı önünde, akşama üç saat kala kuyruklar oluşuyor... On bir ay dine söven gazete ve televizyonlarda Ramazan programları... Ah Şehzadebaşı Direklerarası eğlenceleri...Ah Kantocu Şamram...AhPeruz! Ah Komik-i Şehîr Hasan Efendi....Aheski Ramazanlar!..
Şehrin büyük camisinin hoparlörleri Ramazan münasebetiyle temizlendi yağlandı, öyle bülend avaz Ezan okunuyor ki, yakındaki binaların camları kırılacak neredeyse. Ama cami teravihte dolmuyor. Acaba neden? Hoparlörleri mi değiştirsek, daha bağıranını mı alsak?
Çok bilmişler anlatıyor: Bundan yüz on sene önce zengin konaklarında pilav kaşıklarından halis tereyağı damlarmış. Basmacı pirinciyle yapılan o nefis pilavlar öylesine yağlıymış...Bu kıssayı dinleyenler kendilerinden geçmiş...
MübarekRamazan geldi. Ramazan etkinlikleri, Ramazan eğlenceleri, Ramazan konserleri, Ramazan sohbetleri, iftar ziyafetleri, çaylar, kahveler, koşuşturmalar ve bin türlü hengâme içinde acaba doğru dürüst oruç tutabilecek miyiz?