Korkak ve ürkeğiz!
Evvel zaman içinde dev boyutlarda bir dişlek varmış. Köy köy dolaşıp yakaladıklarının dişlerini sökermiş. Bunu duyan bazı köylüler “hele bir gelsin düşünürüz” tembelliğiyle yan gelmişler. Bazı köylüler birleşip Dişlek’le dişe diş mücadeleye karar vermişler. Bazıları ise “Dişlek’e zahmet olmasın, yardım edelim de bizi bağışlasın” düşüncesiyle dişlerini bir dişçiye çektirmişler.
Gelin görün ki, Dişlek o köye hiçbir zaman uğramamış, durduk yerde dişsiz kalmışlar…
Ârif’e tarif gerekmez derler. Kıssa’dan hisse alma yeteneği olanlar alır. Olmazsa bilenler bilmeyenlere anlatır. Çünkü bilmek ve anlamak konusunda da derin endişelerim var. Bilme bahsinde o kadar gerilerdeyiz ki, bazılarımız hayatın farkına varamadan hayatı bitiriyor. Kendimizi eğitip hayatı algılar hale gelelim dediğim zaman ise, vakitsizlikten, parasızlıktan şikâyetler başlıyor.
Bize dokunmayan yılan bin yaşasın!..
İtle dalaşmaktan, çalıyı dolaşmak evladır!..
Köprüyü geçene kadar ayıya dayı derler!
Ya bize dokunmayacakmış gibi yapan yılan bizi sıraya koymuş, önünde sonunda dokunmaya karar vermişse?..
Ya it, kendisiyle dalaşanlardan çok çalıyı dolaşanları ısırıyorsa?
Ya ayı, kendisine “dayı” denmesinden hoşlanmıyorsa?
O takdirde yılanın sizi ısırmayacağını, itin ve ayının size dalmayacağını bilemezsiniz. Belki ısırılma ihtimalini ortadan kaldırmanın yegâne çaresi cesur olmaktır. İtin, kopuğun önünde dimdik durup “Sizden korkmuyorum” diye haykırmaktır.
Kaldı ki, it kısmı önce en çok korkanı ısırır!
Ben kavgayı sevmem. Dalaştan hazzetmem. Ama teslimiyetçilik de aklın alacağı şey değildir. İnsan haysiyetine yakışmaz.
•
Git gide ürkek, korkak, pısırık insanlar haline geldik...
Siyasetle iştigal etmesi yasak makamlarda oturanlardan biri konuştuğunda, “Size bunun için para vermiyoruz beyefendi” diye uyaracağımıza, hatta dava edip vergilerimizin çarçur edilmesinin hesabını adalet önünde soracağımıza, hemen onun tarafına geçip oy verdiklerimizi kınamaya başlıyoruz.
Nasıl insanlarız sahi, nasıl Müslümanlarız? “Höt” dendiğinde kümese kaçan tavuk gibi arkamıza bakmadan kaçıyoruz. Otur dendiğinde oturuyor, kalk dendiğinde kalkıyoruz. “Selam dur!” komutu gelirse hemen selam duruyoruz. Kime? Bilmiyoruz. Her ihtimale karşı her isteneni yapıyoruz. O zaman da darbelerin ardı arkası kesilmiyor!
•
En iyi yaptığımız iş şikâyetten ibaret: Parasızlıktan şikâyet, işsizlikten şikâyet, işverenden şikâyet, eğitim sisteminden şikâyet, sağlık sisteminden şikâyet, ekonomiden şikâyet, politikacılardan şikâyet, baskılardan şikâyet, bölünmeden şikâyet... Ama askeriyeden şikâyet yok! Onlar işlerini çok mu iyi yapıyorlar, yoksa korku odağına dönüştüklerinden sataşmaya cesaret mi edemiyoruz?
“Son terörist ölene kadar savaş” narası atan kuvvet komutanına, “Bir kırk yıl daha ülkeyi tüketmeye kararlı mısınız?” diye sorabiliyor muyuz?
Üç sebepten soramayız:
1. Vergi vermediğimiz için nasıl kullanıldığını umursamıyoruz…
2. Vatandaşlık bilincimiz gelişmedi, kendimizi hâlâ şamaroğlanı sanıyoruz…
3. Çok açık: Korkuyoruz.
Ama tabii korkunun ecele bir faydası olmuyor. Dişlek gelmeden dişini söktüren dişsiz kaldığıyla kalıyor!
•
Okumamaya devam…
Merak etmemeye devam…
Sorgulamamaya devam…
Ürkmeye, korkmaya, pusmaya, kaçmaya, ezilip büzülüp kendimize acımaya ve kendimizi acındırmaya devam!
Ama ortalık süt limanken çok cesuruz maşallah! Atıp tutaraktan mangalda kül bırakmıyoruz. Mutedil insanları pısırıklıkla suçlayıp cesaret nutukları atıyoruz.
Derken birileri sopanın ucunu gösterir göstermez tısss... Tabana kuvvet, yallah kümese!
Anlayış da “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı.
Neymiş? “İtle dalaşmaktansa çalıyı dolaş”mış…
“Köprüyü geçene kadar ayıya dayı” denecekmiş…
Ayıya “ayı” demek varken, neden “dayı” demeli?
•
Hayatı tüm evreleriyle kavramak gibi bir derdi olmayan, olayları, fikirleri algılamak gibi bir tasa taşımayan insan, yaradılış hikmetine uygun bir insani boyut geliştirip şuur planında cesur bir duruş geliştiremez.
“Gelene ağam gidene paşam” politikasında kişiliksizleşir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.