Hz. Osman cinayetinin araştırılması
“Hakkın hatırı âlidir”
En yüce hakikat, en güzel gerçek haktır, İslâmın hakikatleridir. Hayata hayat, ruh ve esas olan böylesi hak ve hakikatler için bin can olsa, fedâ edilse yeridir. Onun içindir ki Bediüzzaman, “Hakkı tanıyan, Hakkın hatırını hiçbir hatıra fedâ etmez. Hakkın hatırı âlîdir. Hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir” 1 demektedir.
Demek Hakkı tanıyan, Hakkın değerini ve yüceliğini bilen bir kimse Hakkı hiçbir şeye feda etmez. İnsan bir büyüğü, bir dostu, hatırı sayılan bir kimse için büyük fedâkârlıklar üstlenebilir. Ama en çok fedâkârlığa lâyık olan Allah’ın hatırı, onun bildirdiği hak ve hakikatlerin hatırıdır. Yine Bediüzzaman’ın, “Eğer bütün dünya bana verilse bir hakikat-i imaniyeyi fedâ edemiyorum” 2 ifadesi bu açıdan oldukça anlamlıdır.
Sahabenin bütün hayatı İslâm için, İslâmın yüce hak ve hakikatleri içindi. Onun için yaşar, onun için ölür, onu baştacı edinirdi. Allah ve Resûlünün (a.s.m.) söylediği her şey güzel, faydalı, değerliydi onlar için. Bu uğurda her şeylerini feda etmeye hazır idiler.
Bir içtihat sonucu Cemel Vak’asına kadar uzanan süreçte Hz. Ayşe ve Zübeyir’in tavırları o nazik noktada bile nasıl hak ve hakikate bağlı olduklarının güzel örneklerini taşır. Hz. Osman şehit edilmiş, Hz. Ali halife seçilmiş ve Hz. Osman’ın katillerini bulmak için kolları sıvamıştı. Ortalık karışıktı. Böyle bir atmosferde katilin hemen bulunup cezalandırılması çok güçtü. Sükûnet lâzımdı.
Hz. Ali de, Hz. Talha ve Hz. Zübeyir de Hz. Osman’ın katillerinin bulunmasını istiyordu. Hz. Ali, ortalık yatıştığında katilin kesin olarak tesbit edilip kısasın uygulanması taraftarıydı. Suça ortak olmayan kimse cezalandırılmayacaktı. Katil zannıyla bir masumun kanına girilebilirdi. Sonra isyancılar o anda güçlülerdi. Katil hemen cezalandırıldığında kan dökülebilirdi.
Hz. Talha’yla Hz. Zübeyir ise bu işin elebaşılarının cezalandırılmasını, Hz. Ali ise işin ciddiyetini dikkate alarak havanın yatışmasının beklenilmesini istiyordu.
Hz. Ali suçsuz yere bir kişinin dahi kanının dökülmemesini isterken adalet-i mahzayı, diğerleri de işin elebaşılarının öldürülmesini isteyerek adalet-i izafiyeyi savunuyorlardı. Adalet-i mahzanın tatbiki mümkünse adalet-i izafiyeye gidilmezdi. Şeyheyn [Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer] devrindeki adalet-i mahzayı esas alan Hz. Ali içtihadında haklı, diğerleri hatalıydı.
Hz. Ayşe orduyla birlikte Basra’ya giderlerken Hav’ab denilen mevkie gelmiş, havlayan köpeklerin seslerini işitmişti. Mevkiin neresi olduğunu sorduğunda “Hav’ab” cevabını almış, bunu duyduğunda da, Efendimizin (a.s.m.), “Keşke Hav’ab köpeklerinin hanginize havlayacağını bilebilseydim” buyurduğunu hatırlayarak geri dönmek istediğini bildirmiş, fakat olacakları önleyememişti. Onun “Ey Peygamber hanımları! Evlerinizde oturun” 3 âyetini okuduğunda böyle olaylara katıldığından dolayı oldukça üzüldüğünü, pişmanlık duyduğunu da 4 biliyoruz.
Hz. Ali, Hz. Zübeyir’le savaş esnasında karşılaştıklarında ona birgün birliktelerken Resûlullahın (a.s.m.), Hz. Zübeyir’e, “Birgün gelecek Ali ile mücadele edeceksin. Fakat sen haksızsın” dediğini hatırlatıp, “Bunları hatırlıyor musun ey Zübeyir?” dediğinde büyük bir üzüntü ve pişmanlık içerisine giren Hz. Zübeyir’in, “Bunu daha önce hatırlamış olsaydım yerimden kımıldamaz, hiçbir harekette bulunmazdım” dediğini ve onunla asla savaşmayacağını belirtip savaştan çekildiğini de biliyoruz. 5
Evet, Sahabenin hayatı hak ve hakikat içindi. Hatalarını anladıklarında da dönüş yapar, pişmanlıklarını dile getirirlerdi.
Dipnotlar: 1. Münâzarât, s. 49., 2. Mektûbât, s. 38., 3. Ahzab Sûresi: 33., 4. Tabakat, 8:51., 5. Üsdü’l-Gabe, 2:199.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.