Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Yücel Abi”

“Yücel Abi”

Seni seviyorum Yücel Abi...
Hayatın boyunca iyi ve doğru şeyler yaptığın için...
Yönetmenlerin ve sanatçıların kutsalımıza ağız dolusu sövdükleri günlerde yönetmen olduğun için...
Bir yönetmenin bizzat kendisinin “sanat eseri”ne nasıl dönüşebildiğini gösterdiğin için...
Seni seviyorum!

Seni seviyorum Yücel Abi!..
Dünyaya sessiz gelip sessiz gittiğin için...
Mücadeleni sanatla yumuşattığın, ama aynı zamanda etkisini arttırdığın için...
İnsanlara karşı halim selim olduğun için...
“Düşman” kavramından uzak durduğun, herkesi “potansiyel dost” olarak gördüğün için...
Hayatın boyunca “kavgasızlık kavgası” verdiğin ve “kardeş” olduğumuzu daima hatırladığın için... Nihayet, başardığın için Yücel Abi...
Seni seviyorum!

Ölümün, “ikinci bir doğum” olduğuna can-ı gönülden inananlardanım...
Bediüzzaman Hazretlerinin nefis izahıyla, “Mevt (ölüm) idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil, belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir; bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.” (Asa-yı Musa – 201)
“Faniden ebediyete geçiş” anlamı taşıdığı için, ölümün doğumdan daha kutsal, daha etkileyici, daha uyarıcı bir mucize olduğunu düşünürüm hep... Buna rağmen bazı ölümler beni çok etkiler, çok sarsar... Çünkü bazı gidişlerden geriye kocaman, doldurulamaz bir boşluk kalıyor. Yücel Abi’nin gidişinden de içimde öyle bir boşluk kaldı.
Yücel Abi’deki insanî ve vicdanî hasletleri bu çağda kaç insanda bulabilirsiniz?
Kaç sanatkârda?..
“Yücel Abi öldü” dedikleri zaman, sanat da ölecek diye ödüm koptu. Sonra hayatın sonsuzluğunu hatırladım, teselli buldum. Yine de çok sarsıldım. Gayri ihtiyari elim kalbime gitti (benim de kalbim tıpkı onunki gibi yaralı, ameliyatlı). Kalbimin bir parçasının daha toprağa düştüğünü hissettim.
Son yıllar, zaten benim açımdan “ölüm yılları” oldu. Sevdiklerimi arka arkaya toprağa verirken, her defasında yüreğimin bir parçasını daha gömme duygusu içinde hayata sarıldım.
Anlıyorum ki, şairleri inim inim inleten, edebiyatçıları acı acı söyleten ölüm, bendeki “ben”i de alıyor yavaş yavaş...
“Sultan Dördüncü Murad”ın tek kanallı TRT’de oynadığı dönemdi. Cağaloğlu’daki büroma geldi. Nasıl bulduğumu sordu. Padişah karakterinin fazla fırıldak olduğunu, bu yüzden Sultan Dördüncü Murad’ı yazmaya karar verdiğimi söyledim. Güldü:
“En azından böyle bir faydası olmuş, sevindim” dedi.
Öylesine mütevazı idi...

Korkunç olan ne biliyor musunuz? Her ölenle beraber anılarınızın da ölmesi! Resmen ölüyor anılar. Gömdüğünüz her tanıdıkla birlikte kendinizden bir parçayı da gömüyorsunuz. Gerisi derin bir yalnızlık hissi, yakıcı bir ayrılma duygusu ve hasret kokusudur.
Kader işte: Ramazanı koklamaya çalışırken, ölüm koklamaya başlıyorsunuz.
Bir dünyanın verdiklerine bakıyorum, bir aldıklarına: Aldıkları asla verdiklerinin karşılığı değil gibime geliyor. Ama biz öylesine bir dalmışız ki dünyaya, kendi ölümümüzü bile görebilecek göz kalmamış çoğumuzda.
Ancak sevdiklerimizden biri toprağa düştüğünde uyanıyor, silkiniyor, ne var ki her şeyi çabucak unutup umursamaz tavrımıza dönüyoruz...
Merhaba gaflet!.. Merhaba hüzün!.. Ve elveda Yücel Abi!
Seni hâlâ seviyorum...
Ama “yönetmen”, ya da “sanatçı” filan olduğun için değil, bu “kaht-ı rical”de “adam gibi adam” olarak yaşadığın ve öldüğün için seviyorum Yücel Abi!
Nur ve huzur ol inşallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi