Zafere giden yol
Bugün, Başkumandanlık Meydan Muharebesi'nin yıldönümü. 87 yıl önce 26 Ağustos'ta Kocatepe'de Türk ordusu taarruza geçmiş 30 Ağustos'ta Yunan ordusunu Dumlupınar mevkiinde imha etmiştir.
Bu zaferin askerî açıdan iki önemli vasfı vardır. Birincisi bir taarruz savaşı olmasıdır. 200 yıldır savunma savaşları veren bir ordu ilk defa bu tarihte, düşman hatlarının gerisine sızarak bir taarruz savaşı yapmıştır. İkincisi bu savaş kesin netice veren bir imha savaşıdır. Yunan ordusunun ana kısmı tam 87 yıl önce bugün Murat Dağı eteklerinde torba içine alınarak, akşama kadar süren çarpışmalarda bütünüyle imha edilmiştir. Bu savaşın asıl siyasî ve diplomatik sonuçları büyüktür. Diplomatik olarak Türk tarafı Lozan'da masaya bu zaferi koymuş ve anlaşmayı imzalamıştır. Siyasî olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti doğrudan bu askerî zaferin üzerine inşa edilmiştir.
Bu savaşta Yunan tarafının 130 bin civarında kayıp verdiği ileri sürülmektedir. Türk tarafının kaybının 12.500 olduğu kabul edilmektedir. Bu savaşın askerî kısmı üzerine yapılan yorumların ortak noktası, Türk ordusunun sevk ve idaresinin neredeyse kusursuz olduğu, Yunan tarafının ise affedilmez strateji hataları yaptığıdır. Askerî ölçülerle bakıldığı zaman karşı karşıya gelen iki ordudan Yunan tarafının şansının mucizelere bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Yunan ordusunun savunulamaz durumda bulunması, Yunan başbakanının orduyu geri çekme teşebbüsünde bulunmasından ve bu yüzden istifa etmek zorunda kalmasından bellidir. İngilizlerin İzmir çevresine çizdiği Milne hattını geçen Yunan ordusu Anadolu'nun derinliğinde kaybolmuş ve yok edilmiştir.
Bu büyük ve önemli zaferin yıldönümünde asıl zafere giden yolun nasıl geçildiğini hatırlamalıyız. Yaklaşık on yıldır hiç durmadan savaşan ve olağanüstü bir savaş ve sevk ve idare yeteneği kazanan orduyu, 150 bin kişilik Yunan ordusunun karşısına 3 süvari tümeni, 8 piyade tümeni ve 137 topla 200 bin kişiyle çıkardığınız zaman zafer sizindir. Asıl bu orduyu derleyip-toparlayan ve oraya kadar götüren gücün geçtiği aşamalara bakmak gerekir. Zafer geçidi yapan ordunun asıl kahramanları, ileriye atılıp bir daha dönmeyenlerdir. Bir daha dönmeyenlerin arkasından ağıt yakanlardır. Top mermisini sırtında taşıyanlar, askerin zıbınını çorabını hazırlayanlardır. Bu orduyu vücuda getirecek siyasî iradeyi sergileyenlerdir.
1917 yılında, savaşın aleyhimize döndüğünü kavrayan İttihatçılar iki kritik karar aldılar. Birincisi Anadolu'nun işgali durumunda bir gerilla savaşının ön hazırlıklarının yapılması, bunun için silah ve mühimmat depolanması. İkincisi, ordunun genç ve yetenekli subaylarını Erzurum'a göndererek yeni bir ordunun çekirdeğinin oluşturulması. İttihat ve Terakki şubelerinin Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini, sonradan bu teşkilatın da Büyük Millet Meclisi'ni oluşturması tesadüf değildir. Çerkes Ethem'le başlayan Kuvva-yı Milliye direnişi Kurtuluş Savaşı'nın en kritik evresidir. İstanbul Hükümeti, dağdaki asker kaçakları ve isyancılar ile Ankara'daki hükümet arasında geçen üçlü savaş, Büyük Taarruz'dan daha zorludur.
Aynı şekilde ordunun hazırlanıp cepheye sürülmesine kadar geçen evrede yürütülen diplomatik adımlar da, savaşın kendisi kadar önemlidir. Fransa ve İtalya'nın işgalden vazgeçmesi, Yeni Sovyet yönetiminin verdiği destek bu diplomatik manevraların eseridir.
Kurtuluş Savaşı başından sonuna kadar Büyük Millet Meclisi'nin emir ve komutasında yürütülmüştür. Dumlupınar'daki ordunun başındaki Başkomutan Atatürk, aynı zamanda Ankara'daki Meclis'in başkanıdır.
30 Ağustos'u kutlarken, zafere giden yolun hangi badireler atlatılarak geçildiğini, milletin iradesini arkasına almış bir ordunun nasıl büyük bir zafere koştuğunu da hatırlamalıyız. Menzillere hep uzun bir yol kat edildikten sonra varılır.