Beni iyi dinle dalaksız
Ergenekon’a çomak sokunca bir anda kendimizi tehdit, küfür, hakaret ve iftiraların odağında bulduk. Harmana dalınca tırmık uçlarına hazırlıklı olmak gerektiğinin farkındayım, biliyorum, kendim ettim, kendim buldum.
Şikayetçi misin? Başlangıçta belki, ama şimdi sorarsanız, “asla hayır” derim. Türkiye, nasıl bir tehlikenin eşiğindeymiş, farkına vardık. Türkiye’nin aydınlık geleceğinin inşasında bir kum tanesi kadar rolüm olmuşsa, onu ibadet sayarım.
Her türlü bedeli ödemeye de hazırım.
İlk zamanlar kitaplarımıza ve yazılarımıza “Gılgamış Destanı” gibi bakanlar, Ergenekon iddianamesi ve eklerini görünce apışık kaldılar. Yazdıklarımız, olup bitenlerin yanında tirit kaldı.
Sanmayın, her şey bitti. Oyun şimdi başlıyor. Yeni süreçte, tehlikenin iki önemli boyutu var. İlki, yargı safhasıdır. Diğeri, Ergenekon’un muhafakazar kesime sızmış uzantılarıdır. Sürülmüş bu tarlanın mahsulleri henüz olgunlaşmadı.
Neyse...
Gerçekler gün ışığına çıktıkça, o alanlara da sorti yapacağımızdan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bilin, bu safha, en zor kısmıdır.
Laf, dönüp dolaşıp buraya gelince, Mehmet Bekaroğlu faslına bir iki cümleyle açıklık getirmek durumundayım.
Önce internet sitelerinden küfür ve hakaret etti, şimdi Hürriyet’in kiralık köşesinden cevap veriyor. Bu arada devreye sokmadığı abisi kalmadı. Kusura bakma, o hurmaları yemeyecektin, sonra tırmalarlar.
Son yazımdaki başlığın çok ağır olduğunu biliyorum, şimdi düşünüyorum az bile. Hiç kimsenin küfür özgürlüğü yoktur. Herkes bilsin, tepkim, cevabıyla ilgili değil, küfredir. Ahmet Hakan’ın yazdığı gibi, ben ona “Ergenekoncu” demişim, o da bana “adamsan ispatla” demiş, sonra ben “Sen kimsin ulan” diye kızmışım, bu durumlara kıl olurmuş, Bekaroğlu isterse köşesini kullandırırmış.
Adil pozları bırak, kankana sahip çıkmanı anlıyorum, ama kusura bakma, biri sana “şerefsiz”, “namussuz” deyip internet sitelerine servis ettiği zaman, “Allah’ıma hamdolsun, Umre yolculuğunda beni tanıyanlar çıktı” diyerek ellerini semaya açabilirsin. Üzgünüm, ben, “sen” değilim.
Bak umreye gitmişsin, abin sayılırım, tavsiyem olsun; köşeni ona buna kiraya vereceğine ayak bastığın o kutsal toprakların hakkını ver. Önce yalandan sıyrıl, yanındaki Ergenekoncu yumuşakçalardan kurtul, adam ol.
Tavaf ederken, Safa ve Merve Tepeleri arasında dolaşırken düşünmek için bolca vaktin olacaktır. Allah’tan umrede şeytan taşlama faslı yok, “Sen de mi Ahmet” serzenişiyle karşılaşabilirdin. Anladın mı beni dalaksız?
Sen de iyi bilirsin, kırılan sadece kolun değildi, reytingin de kırılmıştı. Hadi mübarek gün, fitrem olsun, adın anılsın...
***
Türban çetesi çöktü
Geçtiğimiz Perşembe günü Ergenekon davasında üç sanık tahliye edildi. İçlerinden biri, çok kritik bir isimdi, gözlerden kaçtı. İsterseniz önce hikayesini hatırlayalım.
Alpaslan Aslan, 17 Mayıs 2006 günü işlediği Danıştay cinayetinden sonra uzun süre sessiz kalmayı yeğledi. Savcılık sorgusunda anlattıkları, olaya ışık tutmuyordu!
Şimdi Ergenekon sanığı olan Doç. Dr. Emin Gürses, 24 Mayıs 2006 günü katıldığı bir TV programında Aslan’ın arkasında bir şeyhin olduğunu iddia etti. Melih Aşık da bu iddiayı, 26 Mayıs 2006 tarihli köşesinde “ Keramet Şeyhte mi?” başlığıyla anlattı.
Aşık soruyor, “Nereden bili
yorsun?” Gürses’in cevabı: “Aslan’ın arkadaşları söyledi.” Oysa, o tarihe kadar, keramet sahibi şeyhi bilen yok, bırakın arkadaşlarını Aslan’ın kendisi dahil. Aslan, savcılıktaki sorgusunda şeyhten söz etmemişti.
Arada ne olduysa meçhul, Aslan, 26 Haziran 2006 günü savcılığa giderek ifade verdi. 83 yaşındaki Salih Kunter’i “şeyh” olarak gösterdi, Avukat Süleyman Esen’i ise çete lideri olarak tarif etti.
İki isim de “muhafazakar” kimlikliydi. O ana kadar gözaltına alınanların hiçbirinin türban hassasiyeti yoktu. Ekip; ulusalcı, çek senet tahsilatçısı, alkolik, uyuşturucu ve bali bağımlısı tiplerden oluşuyordu. Kunter ve Esen’le birlikte, türban çetesinin dini figürü tamamlanmış oldu.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Salih Kunter’in beraatine karar verdi, Süleyman Esen’i Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombaları temin ettiği iddiasıyla 10 yıla mahkum etti. Yani, türban çetesinin dini motiflerinden biri çıktı, diğeri ise sadece bombayla sınırlı olarak kaldı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, dosya temyiz aşamasındayken, Esen’le ilgili suçun sübutu bakımından incelenmesini istedi.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, dosyanın Ergenekon’la birleştirilmesine hükmedince başsavcılığın talebi havada kaldı. Yarım hesap, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Süleyman Esen tahliye edildi.
O kritik isim, Esen’di.
Böylece, çeteye “türban” sıfatını kazandırtan ikinci isim de dışarıya çıktı. Bu tahliye kararı, Danıştay cinayetinin Ergenekon eylemi olduğu iddiasını güçlendiren önemli bir adım oldu.
Başka bir ifadeyle, “türban çetesi” çöktü!
***
Günaydın Vural Bey
Ergenekon sanığı Sevgi Erenerol’un (hafızam beni yanıltmıyorsa Uğur Dündar’ın da) avukatı olan Vural Ergül, Silivri’deki savunmasında, Alpaslan Aslan’ın otosunda çıkan İstanbul Emniyeti’ne ait tanıtım kartının araştırılmasını istemiş. Şimdiye kadar bu ayrıntının gözden kaçırıldığı iddiasındadır.
Bu avukat dostumuzun heyecanına vermek gerekir. O kart, Danıştay dava dosyasında vardı, meraklısı için Operasyon Ergenekon isimli kitabımda da yer alıyordu. Gizlenmiş, saklanmış değildi.
Kitabın 91. sayfasında “Emniyet oto kartı” ara başlığı altında, bu mevzuu ayrıntılı olarak anlatıyorum. Aslan’a bu kartı nereden aldığı sorulduğunda, “Kartı kimden aldığımı hatırlamıyorum. Bu kartı arabamı bir yere park ettiğimde çekmemeleri ve trafik cezası yazmamaları için aldım” diyor.
Diğer sanık Osman Yıldırım ise ifadesinde, Aslan’la 2-3 yıl önce tanıştığını anlattıktan sonra “İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ndeki işlerimi Avukat Alpaslan Aslan’a hallettiriyordum” iddiasını dile getiriyor.
Belli ki, Aslan’ın emniyette de abisi var. Danıştay davası görülürken detaylardan kaçanların şimdi Ergenekon davasında umut yolculuğuna çıkması şaşırtıcı, ama olsun, ucu nereye varırsa varsın, üzerine gidilsin.
Bilelim, kimmiş bu polis abi...