İslam sosyetesi
Bundan yaklaşık 32 yıl önce, Bursa Yüksek İslam Enstitüsü’nde fıkıh asistanı bulunduğum sırada, Yeni Devir Gazetesi’nde zaman zaman makaleler yayınlamaya çalışıyordum. O gün ki anlayışımla yazdığım bir makalenin başlığı “İslam Sosyetesi” idi. Yazı o zaman hayli ilgi çekmişti. O kadar ki, Kayseri Yüksek İslam Enstitüsünde okuyan ve imam olarak da görev yapmakta olan bir genç, bu makaleyi hutbe konusu yapmıştı. Hutbede İslam Sosyetesinden bahsedilmesi ya da böyle bir konunun minberde işlenmesi cemaati şaşırtmış, imam olan öğrenci cemaatten şiddetli tepki almıştı.
Kendisini savunmak ve hutbesine kaynak göstermek üzere, anılan kardeşimiz o zaman bana bir mektup yazarak durumu anlatmış, kendisine yardım etmemi ve makalemin metnini göndermemi istemişti. O zaman henüz fotokopi olayı çıkmamıştı, yazıyı daktiloda yazarak bir nüshasını kendisine göndermiştim. Dolayısıyla bu makaleyi cemaate karşı delil olarak göstermek suretiyle kendini savunmuştu.
O gün ki cemaatin ve diğer Müslüman cemaatlerin mantığı şu idi: Sosyete, İslam prensiplerinden uzak Batı tipinde bir hayat yaşayan insanlar topluluğu anlamına geliyordu. Buna göre, İslam sosyetesi olamazdı. Çünkü İslam ile sosyete bir birinin zıddı idi. Dolayısıyla sosyete ile İslam yan yana getirilemezdi. Oysa makaleden amacımız Müslümanların da İslam prensiplerine göre düzenlenmiş bir topluluk oluşturmasının önemine dikkat çekmekti. Bu ifadeyi onun için kullanmıştık.
Bunun gibi, İslam müziği, İslam sineması ve İslam tiyatrosu başlıklarını taşıyan başka yazılar da yazmıştım. Bu yazılara tepki gösterilmedi, fakat İslam sosyetesi ifadesi hazmedilemedi. Hatta “Siyasal ve Sosyal Boyutları İle İslam” adıyla yayınladığım kitaba bu makaleyi de koymuştum. Kitabı yayınlamak üzere, dinî yayınlara ağırlık veren bir yayınevinin sahibi ile görüşmüştüm; kitapta yer alan “İslam sosyetesi” başlığına itiraz etmiş, bu sebeple kitabı yayınlamamıştı.
Çünkü kişi fert olarak İslam’ı yaşamada zorlanır; etki altında kalır; topluluklar ise sürükleyici olur. Ancak biz İslam sosyetesinden, 300 dolarlık başörtüleri satın alıp birini ancak bir defa kullandıktan sonra rafa kaldıranları, gardırobunda bir servet değerinde koleksiyon gibi elbise yığanları, minik bir ayakkabı mağazası açacak kadar ayakkabı satın alıp kullanamayanları, kazandıkları paralarla limuzinler ve süper jipler üzerinde gezenleri, ev eşyasını bilmem hangi İtalyan markalarından seçip ev fiyatından fazla masraf yapanları, bir mahalle halkının ev ihtiyacını giderecek kadar astronomik paralarla akıllı evler, villalar, villalar üzerine villalar satın alanları, yat ve helikopterler üzerinde ömür geçirip fuzuli masrafları birkaç aileyi geçindirecek kadar fazla olan Müslümanları kastetmiyoruz.
Biz bu kavramdan, Hz. Peygamber ve ashabı gibi bir hayat yaşamayı hayat ilkesi haline getirenleri kastediyoruz.
Biz İslam sosyetesinden, konumu, mevkii, ekonomik durumu ne olursa olsun, sade bir vatandaş gibi hayat geçirmek isteyenleri; çok çalışıp normal harcama yapanları, zekât ve fitresini hakkıyla verebilenleri, kurbanını hakkıyla kesip dağıtanları, kazandığı mallarla infakta bulunanları ve malı Allah’tan fazla sevmeyenleri, kadına, mevkie, rütbeye tapmayanları, zaman zaman hastaları ve yaşlıları ziyaret edip hatırlarını soran ve gönüllerini hoş tutanları, halk gibi davranıp halk gibi yaşayanları, halka üstten bakmayanları ve şımarmayanları; mütevazı bir hayat yaşayanları, zayıfları, fakir ve muhtaçları görüp özetenleri; özetle yaşayan Kur’an gibi yaşayan sünnet gibi olanları kast ediyoruz. Devlet malını kendi malı gibi esirgeyenleri, malına haram karıştırmayanları kast ediyoruz.
İslam sosyetesinden, okuyanları, okuduğunu anlayanları, anladıklarını yaşamaya çalışanları, benlik kılıfından sıyrılanları, israf günahından sakınanları, hurafelerden uzaklaşanları, lüks hayatı atanları, kalıcı olan hayatı fani hayata tercih edenleri, ebedi hayat için ebedi eserler bırakanları, dindarlık adına hamsofuluk yapmayanları, Hz. Peygamber yerine hocalarını mutlak örnek almayanları, Peygamber gibi ibadet edip onun gibi dünya işlerinde başarı kazananları, şekilciliği Müslümanlıktan uzaklaştıranları, özü bulup ona uyanları, Allah ve Resulü razı olduktan sonra yaptığı işler konusunda kimseye aldırmayanları, irfan orduları yetiştirenleri, bilgisini, takvasını başkalarına satmayanları, sadece Allah’ın boyası ile boyananları, küçük olan kullara değil, büyük olan Allah’a bağlananları, Hz. Muhammed’i şaşmaz önder kabul edenleri kastediyoruz.
İslam, Allah’ın kullarına çok önemli bir emanetidir. Bunu dağlar, gökler ve yer yüklenemedi, ancak insan yüklendi. Bu ağır yükü yüklenmek tek başına mümkün değildir. Tek başına ilahi emaneti yüklenemeyen Müslümanların güçlü sosyeteler ve topluluklar oluşturmak suretiyle ancak bu yükü kaldırabilirler. Yoksa insan dünya hayatının hileleri altında ezilip kaybolur. Topluluklar halinde eğer bu emaneti yüklenmeye kalkarsa o zaman yük hafiflemiş olur, başarı da o oranda yüksek olur. Yüce Rabbim bizi böyle bir sosyeteye dâhil etsin, diyerek sözü bitirmek istiyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.