Zafer ve öfke
Bizans İmparatoru Romanos Diogenes (Romen Diyojen) hanedan mensubu değildi. Askerlik bilgisi, tecrübe ve cesareti, dul Bizans İmparatoriçesi Eudoxie’nin (Evdoksiya) dikkatini çektiğinden, diğer aday ve teklifleri reddederek, 1068’de Diyojen’i tercih etmesine sebep oldu. Tek şartı vardı: Bizans tarafından tehdit olarak algılanan Selçukluları yenmesi...
Bu yüzden Diyojen, tahta çıktığı tarihten (1068) 1071 yılına kadar her yıl Selçukluların üzerine sefere çıktı. 1068’de Pozantı’ya, 1069’da Palu’ya kadar geldi. 1070’te de Kayseri’ye ordu gönderdi. Bu seferlerle, Bizans ordusunun savaş kabiliyetini ve tecrübesini arttırdı. Disiplinli olmasını sağladı.
Yeterince güçlendiğine inandığı gün ise büyük savaşı vermek üzere yola çıktı. 200 binden fazla asker toplamıştı. Ordusundan o kadar emindi ki, “Selçuklu Sultanı Alpaslan’ı atının kuyruğuna bağlayacağını” iddia ediyordu.
İran’ın içlerine ilerleyecek, Türkleri daha da doğuya sürecek, başşehirlerini zaptedecekti. İmparator, yalnız Anadolu’yu elinde bulundurmak ve Türkleri yok etmek değil, bütün İslâm ülkelerini de almaya karar vermişti. İstilâ edeceği İslâm ülkelerindeki camilerin yerine kiliseler açmayı ve bu suretle İslâm dinini ortadan kaldırmayı da aklına koymuştu.
Durumu Suriye taraflarında savaşan Sultan Alpaslan’a bildirdiler: “200 binden fazla (Bizans’ın ordu mevcudunu Matthew of Edessa 1 milyon olarak veriyor [figure of 1 million according to Matthew of Edessa] bir ordu ile Bizans İmparatoru üzerimize geliyor!”
Sultan Alpaslan kararlı, emin, mütevekkil bir tebessüm eşliğinde cevap verdi:
“Biz de onların üzerine gidiyoruz!” (Bunu korkmadan, zorluklar karşısında tırsmadan “hayatın üzerine gitmek” anlamına alabilirsiniz).
Hâlbuki ordu mevcudu 50 bin civarındaydı. Kendi ordusundan en az beş kat daha kalabalık bir düşmanla karşılaşacaktı. Buna rağmen korkmuyordu. Diyar-ı Bekir’den kuzeye yöneldi ve Bizans’ın beklemediği bir anda, Malazgirt’in doğusunda ordugâhını kurup savaş hazırlığına başladı.
26 Ağustos 1071’de Cuma namazından sonra askerlerine konuşan Alpaslan: “Bugün burada Allahü teâlâdan başka bir sultan yoktur, emir ve kader O’nun elindedir” dedi, “bu sebeple benimle birlikte cihad etmekte veya benden ayrılmakta serbestsiniz!”
Nihayet savaş ve zafer... 200-300 bin kişilik Bizans ordusu, 40-50 bin kişilik Selçuklu ordusuna yenilmiş, Romen Diyojen esir alınıp Alpaslan’ın huzuruna getirilmişti. Elleri arkadan bağlıydı. Utancından başını kaldıramıyordu.
Sultan Alparslan, onu ayakta karşılayıp ellerinin derhal çözülmesini emretti. Ardından “Savaş talih işidir, bugün biz kazandık belki yarın siz kazanırsınız, mahcup ve mahzun olmayınız İmparator” diye teselli etti. Diyojen, savaş öncesi, muazzam ordusunun Müslümanları muhakkak yeneceğine inandığını ifade ettikten sonra, “Yenildiğime inanamıyorum” diye mırıldandı.
Sultan Alparslan; “Eğer zafer sizin olsaydı, bana ne yapardınız?” diye sordu.
Diyojen, “Kamçılardım” cevabını verdi. Alparslan: “Benim size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” diye sordu.
“Ya öldürürsünüz yahut İslâm memleketlerinde bir esir gibi dolaştırır, süründürürsünüz!”
Alparslan, yenilgiye uğramış bir insanı küçük düşürmek istemedi. Aldığı kültürde “düşene vurulmaz”dı. Gülümsedi ve dedi ki: “Sizi affediyoruz, memleketinize dönebilirsiniz.”
Sultan Alpaslan öfkesini yenmişti. Birkaç gün öncesine kadar kendisi hakkında demediğini bırakmayan, “Türk Sultanı’nı atımın kuyruğuna bağlayıp sürüyeceğim, atlarımı Hemedan’da sulayacağım” diyen imparatora şimdi acıyarak bakıyordu. “Evet affediyoruz. Biz affı ve affedeni seven bir Allah’ın kuluyuz.”
Yanına muhafız verdi, cebine harçlık koydu ve İmparatoru ülkesine uğurladı. Ne yazık ki, Romen Diyojen, Bizans sınırlarından içeri girer girmez karısı İmparatoriçe Eudoxie’nin emriyle tutuklandı. Hakaretler edilerek İstanbul’a getirildi. Gözleri kızgın demirle dağlandı. Türlü işkenceler yapıldı. Sonra da öldürüldü. Alicenap düşmanının yapmadığını ona karısı ve dostları yapmıştı.
Son söz: Ramazan öfkelerimizi yenmek ve düşmanlarımızı affetmek için büyük bir fırsattır, dostlarım.
•
Ve zafer bayramından önemli bir ayrıntı...
Hürriyet’e göre (31 Ağustos, 2009), Zafer Bayramı kutlamalarında “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” sloganı dikkat çekmiş...
Bence yanlış... Aslında bu slogan, “Güçlü ekonomi, güçlü Türkiye”, “Güçlü vatandaş, güçlü Türkiye”, “Güçlü eğitim, güçlü siyaset, güçlü Türkiye” şeklinde olmalıydı.
Bir de “Her Türk asker doğar” sözü var ki, ordumu çok sevdiğim halde (siyasete, insan haklarına ve demokrasiye olumsuz müdahalede bulunmaması şartıyla) bu sözü hiç sevmem...
Asker doğmamalıyız! Bence özgür doğmalıyız, demokrat doğmalıyız ve ölene kadar özgür ve demokrat yaşamalıyız!
Yani “Kürt açılımı”ndan önce hem kurumların, hem de bireyin bir zihniyet devrimi yapması gerekiyor Türkiye’de.
Asker değil, özgür doğmamız gerektiğini, “Güçlü bir Türkiye” kurmanın ancak ekonomik ve siyasal anlamda güçlenmekle mümkün olduğunu hem bireysel, hem de kurumsal anlamda kabul etmeliyiz.
Devletler yapıcı güçlerini güçlü ekonomilerinden, güçlü ve istikrarlı siyasal yapılarından ve eğitilmiş insanlarından alırlar...
Mesela Almanya’nın, Japonya’nın, İsviçre’nin gücü ordularının gücünden gelmiyor (çünkü orduları neredeyse yok), ekonomilerinden, eğitilmiş insanlarından, siyasi istikrarlarından geliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.