Kendi dünyamızda yaşamıyoruz
Sahipler müsaade etmiyor...
Biz, şikayetimizi gidip sahiplere yapıyoruz...
Sizin anlayacağınız kör bir döngünün içinde kıvranıp durmaktayız.
Amma dünyamız hiçbir zaman bizim olmadı ki...
Adamlar haklı...
Biz kendi dünyamızın neresi olduğunu bilmiyoruz daha...
Tepeden tırnağa kamufle edilmiş bir diktatörlük iklimi mi?
Yoksa katı laikçilikle sınırlandırılmış kenar mahalle mi?
Ya da,
Masonik renklere boyanmış Siyonizm çöplüğü mü?
Kimisi Amerika bilir ancak, diye akıl veriyor...
Kimisi AB (Avrupa Birliği)ni gösteriyor...
Bizim aptal çocuklara kalırsa her taraf bizim amma, hiçbir taraf hiçbir zaman bizim olmamıştır...
Kimileri uzaklarda aramamıza şaşıyor...
“Kendi dünyanız başucunuzda duruyor” diyenler var...
“Öğrenmek istiyorsanız taşa, demire sözü geçen büyüklere sormalısınız” aklını verenler var...
Mesela? Diyorsunuz...
Birileri çıkıyor Demirel’i işaret ediyor...
Halbuki biz, siz o zatı yarım asırdır tanırız... Sözüne güvenenin mahallesi yanar, köyü yanar, şehri yanar, ülkesi yanar...
Akıllı ve akıl veren çok...
Birileri Yıldıznameye bakar gibi kara kaplı kitabı açıp, “En iyisi Onursal Sabih bilebilir ancak” adresini gösteriyor...
Onursal Sabih bilirse, YARSAV Başkanı Eminağaoğlu da bilir demek istiyorsunuz, gülüyorlar... “O kadar ayağa düşmedi daha” hatırlatmasında bulunanlar oluyor...
Ne yapacağız şimdi?
Kenan Paşa da ihtiyarladı...
Aklımıza hemen “Encümen-i Daniş” isimli kuruluş geliyor...
Abooo!..
Encümen-i Daniş zindan karanlık bir mekân... Orada söz sahibi olan zatlar ise, ne bizi dinlerler, ne de doğru bir yol gösterirler...
Başka nere kaldı?
Benim aklıma gelenleri söylesem dudaklarınız uçuklar... Ayrıca da beni hangi mahkemeye verirler kim bilir?
Mayıs ayında bir yazı yazmışım...
O yazıda “hurdalığa atılan rektörler” demişim... Hastane odasında sıkı bir şekilde koruma altına alınan, 3 aydan fazla gaybubiyeti sorulan Mehmet Haberal’ın ismi geçmiş...
Maşallah Zülfikâr gibi keskin avukatları varmış ve beni derhal mahkemeye vermek için savcılığa şikâyet etmişler...
Sincan Cumhuriyet Savcılığı’nda talimatla ifade verdim...
Ne olur?
Vallahi hiç belli olmaz böyle şeyler...
Duydunuz, biliyorsunuz, Vakit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak eski bir emekli asker öldüğünde “Hakkımı helâl etmiyorum” dedi ve de başına gelmedik iş kalmadı...
Yol gösteren de çıkmıyor be birader...
Sevmeseniz de hakkınızı helâl etmek mecburiyetindesiniz demedikleri gibi, hak helâl etmemenin hangi kanunun neresinde suç olduğunu söyleyen de çıkmıyor...
Ne güzel bir dünya...
Bakarsınız “Hurdalığa atılan rektörler” ifadesi üzerine bana da bir kıyak geçilir...
Nerede o anlı-şanlı rektörler şimdi?
Silivri Cezaevi’nde yatıyorlar ağır suç isnatları içinde...
Cezaevi, yani kodes veya mahpushane aynel açık hurdalık değil mi?
Kime sorsam ki?
Emekli yargıçlara mı? Emekli askerlere mi? JİTEM’cilere mi?
Ya da her meseleyi bilen muvazzaf bir rütbeli büyüğümüze mi?
Sahi demokrasi nasıl bir şeydir? Hukuk dedikleri Zümrüd-ü Anka kuşu derdimize deva olur mu, yoksa esas belayı oradan mı buluruz?
Bilen kimse de çıkmıyor maalesef...
Medet ya öndeki, sondaki, arkadaki, yandaki AYDIN soyadlı erenler!..
===========
Ruh tuzağa düşer mi? Düşer dikkat etmezsen
Can bedenden taşar mı? Taşar dikkat etmezsen
Gidip uzak yerlerde can düşmanı arama
Düşman sende yaşar mı? Yaşar dikkat etmezsen.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.