Neden Güçlü Ordu?

Neden Güçlü Ordu?

Önceki gün yayımlanan "Güçlü ordu mu, Güçlü Türkiye mi?" başlıklı yazıma, saygıdeğer bir hocam şu satırlarla katkıda bulundu:
"Evet, güçlü ordu iyi bir şey. Biz de güçlü bir ordumuz var diye mutluyuz ve içimiz rahat. Ama Napolyon'un Grande Armée (Büyük Ordu) tâbir edilen ordusu fena halde güçlüydü. O zamanki dünyanın en güçlüsü. Bu onun Rusya bozgununu engellemedi. Alman ordusu da çok güçlüydü... Ama Almanya yenildi. Ve de bölündü. ABD ordusu da çok güçlüydü. Vietnam'da çıplak ayaklı, aç ve perişan bir halk karşısında yenik düştü. Sovyet ordusu da müthiş güçlüydü. Ama Sovyetler Birliği iskambil kâğıdı gibi dağıldı.

Bizim ordumuz da çok güçlü. 25 yıldır PKK ile savaşıyor. Demek ki, ordunun güçlü olmasının yanı sıra hizmet ettiği ülkesinin güttüğü politikanın da güçlü olması, rasyonel, doğru ve haklı olması gerekiyor."

Ben şunu ilave edeceğim. Atatürk Kurtuluş için yola çıkarken "Güçlü Ordu"yu bir kenara bırakın, ordumuz mu vardı?

Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye" sloganına itiraz etmek "Ordu düşmanlığı" anlamına gelmiyor. Orduyu silahlarının yanında bir de kutsallık zırhı ile korumaya alırsanız, eleştirilere "düşmanlık" gözüyle bakarsanız bırakın savaşmayı, savaş meydanına intikal edebilecek bir ordunuz bile kalmaz. Tamamıyla askerî mantıkla düşündüğünüz zaman bile bu slogan yanlış. Çünkü "Güçlü Ordu"dan "Güçlü Türkiye" çıkmıyor. Bu ikisini birbirinin sebebi ve sonucu olarak bir çevrim içinde düşünürseniz, bu sefer "Güçlü Türkiye" ortaya çıkmayınca, "Güçlü Ordu" ihtimali de ortadan kalkıyor. Kısaca bu sloganda mantık hatası var. Çünkü önünüze konan bu mantık sizi tam tersine "Zayıf Ordu"ya götürüyor.

Türk siyaset düşüncesinin özü kabul edilecek uzun bir anonim deyiş var. Kutadgu Bilig'den yakın zamana kadar bütün tarih ve siyaset metinlerinde tekrarlanan bu deyişe "Adalet dairesi" adı verilir. Devletin bütün unsurları bu deyişin içinde sebep-sonuç ilişkisi içinde ve başladığı yerde biten bir daire halinde birbirine bağlanır. Bu bin yıllık deyişte "güçlü ordu"nun şartını kısaltarak nakledelim: "Devleti tutmak için asker gerekir, asker için hazine gerekir, hazine halkın vergisi ile toplanır, halk ise adaletle devlete bağlanır."

Başta kurmay subaylar olmak üzere herkese Yavuz Cezzar'ın "Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi" başlıklı çok önemli ve değerli çalışmasını okumalarını öneririm. Bu kitap Osmanlı devletinin çöküşünü askerî harcamalar ve ekonomi sarmalında bütçe belgelerine dayanarak açıklıyor. Bu kitap tam tersinden "Güçlü Ordu" arayışının ekonomiyi ve dolayısıyla devleti nasıl kısır bir daire içinde uçuruma sürüklediğini anlatıyor.

Askerî harcamalarımız 27 Mayıs darbesinden sonra patladı. Atatürk ve İsmet Paşa savaşa giden bir dünya içinde neden "Güçlü Ordu" arayışına girmemişti? Bugün, millî hasılaya oranlandığı zaman Batılı ülkelerden birkaç kat fazla para harcadığımız "Güçlü Ordu"muz Türkiye'ye ne kadar güç katıyor? Ordu eliyle PKK'ya karşı 25 yıl yürüttüğümüz "savaş" yerine, etkin ve çevik iç güvenlik birimleri ile "terörle mücadele" etmiş olsaydık bugün önümüzdeki bilanço ne olurdu? Elimizdeki bilançoya bakıp neden her şeyi yeni baştan düşünmüyoruz?

Önceki gün Hakkari'de şehit olan Uzman Çavuş'un annesi, iki gün önceki telefon konuşmasını anlatıyor. Şehit asker kendisi için endişelenen annesine herhalde "demokratikleşme açılımı"nı kastederek "merak etme Erdoğan bu işi çözecek" demiş. Elinde silah ateş hattında bekleyen ve hayatını feda eden askerin bile umudu "güçlü bir siyaset kurumu" iken bizim neden "Güçlü Ordu" sloganı ile silahın kutsiyetine sığınmamız gerekiyor?

O zaman açıklasınlar: "Güçlü Ordu" mu? Peki neden?


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi