Bu Yazıyı Fakirlerin Adına Yazdım
Bu yazıyı umum fukara ve mesakinin, yani Müslüman fakirlerin ve miskinlerin adına kaleme alıyorum. "Sen onların vekili misin?" Evet vekilleriyim. Ücretsiz fahrî vekilleriyim.
Onlar kimlerdir? Birkaç çeşidini sayayım:
* Babası kazada ölmüş, yetim kalmış beş yaşındaki çocuk. Dul anasının yanında, rahmetli zaten zar zor geçiniyormuş, öldükten sonra ana oğul perişan ve sefil olmuşlar.
* Kimsesiz seksen yaşında ihtiyar kadın. Kümes gibi bir odada yaşıyor. Devletin verdiği o pek az üç aylıktan başka geliri yok. Hizmet edeni de yok. Şu anda ayağını sürüyerek işini görebiliyor ama...
* İşsiz kalmış vatandaş. Bir hanım, üç çocuk var. Ne yiyip içecekler?
* Köyleri terör kasırgaları içinde yıkılmış, evleri düzlenmiş, bağları bahçeleri kurumuş. Pek zavallı, pek muhtaç vaziyetteler.
* Siz hiç akşama doğru büyük pazar yerlerine gittiniz mi? Esnafın bir köşeye attığı çürük domatesleri, sebzeleri, meyveleri karıştırıp biraz sağlam kalmışlarını alıp torbalarına koyan başları eğik, yüzleri yere dönük, kalpleri kırık, gözleri yaşlı utangaç fakirleri gördünüz mü?
* Gazetelerde okumamış mıydınız, yazın çocuklarına kiraz alamadığı için teessüründen intihar eden babanın acıklı haberini.
* Şimdi de vardır muhakkak, birkaç sene önce televizyonlar gösterdi, mübarek Ramazan ayında çöplükte pide parçaları toplayan yoksul vatandaşlar. Onlar Venezuela, Honduras veyaZimbabve fakirleri değil,Türkiyeli fakirler. Bizim zimmetimizdeki fakirler. Zimmet mi?Yaaa, tabiî zimmet...Allah bir beldenin fakirlerini zenginlere ve idarecilere zimmetlemiştir, haberiniz yok mu bundan?
* Metin askere gitti. Babası ölmüş, annesinin durumu çok kötü, oğluna harçlık gönderemiyor. Metin kantine gidip bir çay içemiyor. Onbeş günlük izinde çarşıda bir yemek yiyemiyor. Metin çok mahzun ve durgun. Dokunsanız ağlayacak... Haberiniz var mı sizin o Metin'den?
* Adam hapse düşmüş. Ailesi dışarıda, o içerde sürünüyor...
* Filanca kimsesiz ve fakir. Hastanede yatıyor. Ne geleni var ne gideni, ne de beş kuruş harçlığı.
* Adam borçlanmış, vadesi gelmiş ödeyemiyor. Alacaklılar sıkıştırıyor. Adam çıldıracak, karısı ağlıyor, eve icra gelirse intihar ederim diyor. Ne acıklı hikâye değil mi?.. Hikâye değil, gerçeeek!..
* Delikanlı faydalı ilim okuyor. Terbiyeli, iffetli, faziletli efendi bir genç. Kitap diye içi yanıyor ama parası yok ki, alsın.
* Ülkemizdeki mültecileri de unutmayalım. Çeçenistan'dan kaçmışlar, burada beş kişi bir odada sığıntı vaziyette yaşıyorlar. Yardıma çok muhtaçlar.
Evet işte ben, bütün bunların nam ve hesaplarına konuşuyorum.
Böyle olanlar bu ülkede birkaç kişi değil, belki de milyonlarcadır.
Bunların dertlerine nasıl çare ve çözüm bulacağız?
Onların yardımına nasıl koşacağız?
Bir an bile unutmayalım, onlar bize zimmetli. Onlar zekât vermekle mükellef olanlara zimmetli. Allah onları bize zimmetlemiş. Yarın Rûz-i Cezada Mahkeme-i Kübra'da onların hesabı bizden sorulacak.
Biz kimler miyiz?Biz idarecileriz, zenginleriz, tuzu kurularız, zekât konusunda nisap sahipleriyiz.
Yetimi bizden soracaklar, kimsesiz kocakarıyı bizden soracaklar, işsizi, borçluyu, harçlıksız askeri, sefil mahkumu, mülteciyi hep bizden soracaklar.
Ahirette benim bunlardan haberim yoktu demek kimseyi kurtarmaz. Kur'ân yazıyor, Sünnet bildiriyor, fıkıh ve şeriat, ahkamını tasnif etmiş...
Bir kısım zenginler vur patlasın çal oynasın tıkınıp zevklensin, fakirler ve miskinler sürüm sürüm sürünsün. Böyle Müslümanlık olmaz, İslâm ümmeti böyle olmaz.
Duymadın mı, bir yetimin ağlamasından Arşü'r-Rahman sarsılırmış. Resul haber veriyor, o ne derse doğrudur.
Kur'ân-ı Kerîm'in Tevbe sûresinin 60'ıncı âyetinde zekâtların öncelikle Müslüman fakirlere ve miskinlere verilmesi gerektiği bildiriliyor. Bu bir emirdir.
Bir ülkede fakirler ve miskinler perişan ve sefil vaziyette sürünürken zekâtlar, Şer'a ve fıkha aykırı olarak hiçbir şahıs veya kurum tarafından toplanamaz.
Zekâtı filan kuruluş toplayacak, zekât paraları kurumun bütçesinde (havuzunda) birikecek. Müdür aylığı, personel maaşları, kiralar, kışın ısınma parası, elektrik, su, çay kahve, öğle yemekleri, Ankara'ya gidip geliş uçak parası, otel ve restoran masrafları bu zekât paralarından karşılanacak. Olmaz olmaz bin kere olmaz!
Zekâtın zekât olması için temel şartlardan biri temliktir.
Biz en geniş mânâsıyla cihad yapıyoruz, öyleyse zekât toplarız. Hayır toplayamazsın. Yakın tarihin büyük müfessiri Elmalılı Hamdi Efendi merhum "Hak dini, Kur'ân dili" adlı tefsirinde şöyle diyor:
1. Binaenaleyh Allah'ın farz kıldığı sadakatın (zekâtın) bu sekiz sınıftan başkasına verilmesine cevaz olamaz. (s. 2582)
2. Velhasıl sadakatın (zekâtların) hepsi bu sekiz sınıf içindir ve bunlara mahsustur (s. 2581).
3. Âyette geçen fî sebilillah mânâ-yı eamm ile mülahaza olunamaz. (s. 2778)
Müslüman bir ülkede fakirler ve miskinler sürünürken, zekâtların birtakım kurumlar ve kuruluşlar tarafından toplanmasına fetva verilemez. Bir ilâhiyatçı böyle bir fetva vermişmiş...O kendini müctehid sanıyor, fetva da verir ictihad da yapar ama onun fetva ve ictihadları Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlarını bağlamaz.
Muhterem Müslümanlar!.. Zimmetinizdeki fakir fukarayı, mesakini, muhtaçları, sefilleri düşününüz ve zekâtlarınızı Allah'ın, Resulü'nün, Kur'ân'ın, Sünnetin, fıkhın ve Şeraitin hükümlerine ve direktiflerine göre dosdoğru, yerli yerinde veriniz.
Zekât Ehl-i Beyt mensuplarına, Seyyidlere ve Şeriflere bile verilmez.
Zekât parasıyla cami bile yapılmaz.
Devlete verilen vergiler zekât sayılmaz.
Bu konuda mezhepsizlerin, reformcuların, Fazlurrahmancıların ictihad ve fetvalarına bakmayınız.
Bir cemaat zekâtlar bizimdir diyormuş. Onlar Tevhidi, Kur'ân'ı, Hz.Peygamberi, İslâm'ı inkâr eden kâfirleri cennetlik ilan ediyor, ne deseler yeridir. Zekât onların olmaz mı hiç!..
Ey vicdanlı Müslümanlar!..
Zekât kimlere verilir, nasıl verilir, kimlere verilmez gibi soruları sadece takva sahibi ve icazetli fakihlere, ulemâya, müftülere sorunuz.
Takva sahibi olmayanlara sormayınız.
İcazetsizlere sormayınız. Herif namaz bile kılmıyor, sen gidip ona fetva soruyorsun, olur mu böyle şey?
Allah hepimize akıl, fikir, vicdan, firaset, merhamet nasip etsin; bizleri hizip, cemaat ve fırka asabiyeti ile Kur'ân'a, Sünnete, Şeriata aykırı sözler söylemekten, işler yapmaktan korusun.
Seyyid Kutub
İnternette Seyyid Kutub ile ilgili bazı tartışma sitelerine göz attım. Gerek Ehl-i Sünnet, gerekse Vehhabî kesiminden ona karşı çok ağır tenkitler yapılmış olduğunu gördüm. Hattâ kitaplar bile yazılmış.
Zamanımızda Seyyid Kutub konusunda şu cereyanları görüyoruz:
1. Klâsik, geleneksel Ehl-i Sünnet camiasından onu, bazen çok ağır şekilde tenkit ve reddedenler var.
2. Vehhabî ve mutaassıp Selefîlerden de tenkit, red, cerh edenler çok. Meselâ Nâsirüddin Albanî onu yerden yere vuruyor.
3. Ilımlı Selefîler, aktivistler ve mezhepsizler içinde hayranları ve savunucuları çok.
Ülkemizde Seyyid Kutub'un sınırsız hayranı bir zümre var.
Mevdudî ile beraber Kutub, çağdaş İslâm dünyasına damgasını vurmuş kişilerdendir. 1969'da Beyrut'ta yaşadığım zaman onun kitaplarının sokaklarda, çarşı pazarlarda tekerlekli arabalarda satıldığını görmüştüm.
Seyyid Kutub, bazı konularda dinî hatâlar yapmış mıdır, yanlış görüşler beyan etmiş midir?
Onu imam kabul edenler için bu soruyu sormak caiz değildir.
Almanya'da yaşadığım yıllarda, orada doktorluk yapan Mısırlı Fadıl Aga bey vardı. Müslüman Kardeşler'dendi. Kutb'u bizzat görmüş, tanımış bir Müslümandı. Onun şöyle dediğini duymuştu: "Keşke daha önce yazmış olduğum bazı şeyleri yazmamış olsaydım..."
Bu iddiayı başka kaynaklardan da duymuş bulunuyorum.
Seyyid Kutub icazetli bir din âlimi, bir fakih değildi. Batı kültüründen ve zihniyetinden İslâm'a dönüş yapmıştı. Fikir adamıydı, edebiyatçıydı, kalemi kuvvetli idi. Heyecanlıydı. Onu aktivist bir Müslüman mütefekkir olarak tavsif edersek yanlış bir şey söylememiş oluruz.
Fî Zilal'i tedkik edenler, külliyatın baş tarafındaki üslub ile yarıdan sonraki üslup arasında değişiklik, farklılık göreceklerdir.
Bendeniz şunu düşünüyorum: 1966'da idam edilmemiş, yirmi sene daha yaşamış olsaydı, önceki birçok aşırılığını bizzat kendisi tashih edecekti. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.
Diktatör Nasır tarafından idam ettirilmiştir. Bir kimsenin, İslâm'a ve Kur'ân'a bağlılığı yüzünden idam edilmiş olması, kitaplarındaki hataları görmezlikten gelmemizi gerektirmez.
Necip Fazıl Kısakürek, Şeyh Abdülhakim Arvasî hazretlerinin nazar ve irşadı ile hidayete gelmiş, küfür cephesinden İslâm'a geçmiş bir edipti. Hidayetinin, dinin zahirine, Şeriata, fıkha sımsıkı bağlı bir mürşid-i kâmil vasıtasıyla olması, onu din konusunda aşırılıklardan ve bid'atlerden korumuş, cadde-i kübrada, orta yolda, Ehl-i Sünnet ve Cemaat çizgisinde yürümesini sağlamıştı.
Keşke merhum Seyyid Kutub da müteşerri bir tarikat şeyhi, bir mürşid-i kâmil eliyle daire-i İslâm'a girmiş olsaydı.
Bu yazıma bazıları öfkelenilirler mi acaba? Öfkelensinler... Bir hakikat kalmasın âlemde Allah'ım nihan...