Denktaş-Talat… Türkeş-Bahçeli… Ve Öymen-Baykal!
Bu “koltuk” denilen merette nasıl bir “tılsım” nasıl bir “efsun” vardır ki, üzerine oturan insanı değiştiriyor… “Yumuşak”lığı mı insanları cezp etmektedir, yoksa “rahat” oluşu mu?.. Yoksa, koltuğa oturan insanlar, kendilerini “güçlü” ve “vazgeçilmez” mi sanıyorlar ki; “koltuk öncesi”nde “demokrat ve hoşgörülü” bir profil çizerlerken, “koltuk sonrası”nda bir anda “yasakçı” ve hatta “despot” kesiliveriyorlar!.. İnsanları değiştiren “koltuk” mudur, yoksa “çevre”leri mi?..
Bugün sizlere, KKTC’den, CHP’den ve MHP’den “3 ayrı örnek” sunacağım… Bu örnekler de gösterecek ki; “koltuğa oturan” veya “koltuğa oturma hırsı” bulunan insanlar, neredeyse “180 derecelik değişim”e uğramışlar!..
İlk örnek KKTC’den… Daha doğrusu, KKTC Cumhurbaşkanı M. Ali Talat’tan…
TALAT… DÜN ÖYLE, BUGÜN BÖYLE!..
Tarih, 21 Aralık 2003… Vakit’in o günkü manşetinde şu başlık var: “Talat’tan 3 teminat.”
Nedir o 3 teminat;
“1- Kıbrıs’ı satmaya hiç kimsenin gücü yetmez… 2- Örtü yasağına imkân vermeyiz… 3- Fuhuş ve kumara çözüm bulacağız.”
Bunları söyleyen M. Ali Talat, 14 Kasım 2003’te yapılan seçimlerden, Rauf Denktaş’a rağmen “birinci parti” olarak çıkan CTP’nin genel başkanıdır.
Kendisiyle “röportaj” yapan arkadaşımızın “soru”larına, şu “cevap”ları vermektedir Talat;
- “Kıbrıs Türk halkının çıkarlarını ve bu topraklarda sonsuza kadar yaşamasını savunan bunca yıldır mücadele veren bir partinin lideriyim. O kadar ucuz mu ki Kıbrıs Türkü’nü ABD ve AB’ye pazarlayacağız?.. Rumlar AB’ye tek başına girmesin diye çaba gösteriyoruz. Eşit ortak olarak girerken, hem Kıbrıs Türkü’nün hem de Türkiye’nin AB yolunu açmış olalım. Bizim politikamız budur. Bunun pazarlamayla bir ilgisi yoktur.”
- “Başörtüsünün yasaklanmasını eleştiren ve buna karşı çıkan biz olduk. Bizim yöneteceğimiz bir ülkede başörtüsünün yasak olmasına imkân vermeyiz. Biz dinin tüm kurul ve kurallarıyla inanan herkes tarafından yerine getirilmesi gerektiğini söylüyoruz.”
- “Biz Casino”lara sıcak bakmıyoruz. Ülkeye bir katkısı yok. Sadece Kıbrıs’a gelen turist sayısını rakamsal olarak artırıyor. Fuhuş da Kıbrıs’ın önemli bir sorunudur.”
Aradan “6 koca yıl” geçti… Bu sürede; M. Ali Talat önce “Başbakan”, sonra da “Cumhurbaşkanı” oldu!..
“Cumhurbaşkanı Talat’ın Kıbrıs’ı”nda, şu andaki manzara, “Denktaş’ın Kıbrıs’ı”ndan farksızdır!..
KKTC, hâlâ “uyuşturucu batağı”nda çırpınmaktadır!.. Uyuşturucu, “ilkokul”lara kadar inmiştir!.. “Ahlâkî çöküntü” ise zirvededir!..
“Kumarhane” ve “gece kulüpleri” derseniz; 6 yıl öncesinden hiçbir farkı yoktur!..
Yani, M. Ali Talat, “koltuk öncesi” verdiği teminatların hiçbirini yerine getirememiştir!..
Üstelik; “kumar, fuhuş ve ahlâksızlığın önündeki tek engel” olan Kur’an eğitimi de “yasak”tır!..
İşin garibi, işbu yasak, bizzat M. Ali Talat tarafından desteklenmekte ve Talat, “Çocukların Kur’an eğitimi alması”ndan rahatsızlık duymakta, bunu da şöyle ifade etmektedir:
“Kur’an kursları son derece rahatsız edicidir… Ve bu, ülkede ilk defa çıkmıştır… Bunun olmaması lâzım… Bunun doğru olanı okullarda verilmesidir!.. Bu kurslar okul zamanı verilmelidir, yaz tatillerinde değil!.. Gidişatı kötü görüyorum!”
Talat’ı “rahatsız” eden şey; bu yıl, sadece ve sadece “2 okul”da açılan ve “pratik din bilgileri”nin verildiği kurslardır!..
Talat, bu kursların “okullarda” verilmesini istemektedir ama, KKTC’de “Kur’an eğitimi” veren hiçbir kurs yoktur… Buna karşılık, adadaki “gazino” sayısı 25’tir!.. Gazinolara “gece kulüpleri” ve “kumarhane”ler de eklendiğinde bu sayı “150-200’ü” bulmaktadır ama her ne hikmetse; Talat; bunlardan değil, “iki tane Kur’an Kursu”ndan rahatsız olmaktadır!..
“Koltuk”, işte böyle bir şey!..
İnsanı, “oturmadan önce” farklı konuşturur, “oturduktan sonra” farklı!..
Görüyorsunuz, Talat da “yasakçılar” safına geçiverdi…
Acırım, acırım da;
Türkiye’nin “gariban” insanlarının “dişinden-tırnağından artırarak” her yıl KKTC’ye gönderdiği 250 milyon Dolar, yasakçılara “maaş” oluyor, ona acırım!..
ÖYMEN’DEN AÇILIM, BAYKAL’DAN KAÇALIM!
Gelelim CHP’ye… Gerçi CHP’liler, şöyle ağız tadıyla “koltuğa” oturamadı ama, “koltuk hırsı” onları da çok değiştirdi.
Önce, gazetelerdeki haberi okuyalım:
“CHP’nin, Ergenekon iddianamesinde fişleme iddialarına konu olan, 2000’deki açılıma Diyarbakır’da başladığı ortaya çıktı. Dönemin genel başkanı Öymen’in katıldığı toplantıda Kürtçe eğitim ve genel af gündeme geldi.”
Altan Öymen’in, “2000 yılı Mart ayıydı” dediği o toplantıda; Öymen ve kurmayları, “Halkla Birlikte Çözüm Projesi” kapsamında bir dizi toplantılar organize etmiş… Altan Öymen, toplantıların Güneydoğu ayağında şu an açılım olarak konuşulan birçok konuyu masaya yatırmış… Toplantıda CHP’nin Kürt realitesini kabul ettiği, bu nedenle Kürt enstitüsü, Kürt araştırması çalışmalarının yapılmasını önerildiği vurgulanmış…
Toplantıda CHP’nin genel af, Kürtçe TV ve Kürtçe eğitim imkânların sağlanması için projeleri olduğu açıklanmış… Toplantıda açılıma dair dile getirilen diğer başlıklar ise şunlarmış: “Köye dönüş projesinin gerçekleştirilmesi, mağdur olan vatandaşların masraflarının karşılanması, insanların özgürce Kürt kimliğini açıklayabilmesi, Kürt kimliğinin yasaklanmaması ve anayasayı değiştirmek için birlikte çalışılması gerektiği.”
“Dünkü CHP” bu… Görüyorsunuz ya; “genel af” da dahil, “Kürtçe eğitim için Kürt Enstitüsü” ve “Kürtçe televizyon” önermiş CHP!..
Bu öneriler, bugünkü “açılım girişimi”nin fersah fersah ilerisinde!..
Peki, “9 yıl öncesi”nden bu yana ne değişti ki; bugünkü CHP yönetimi “açılım”ın önüne “takoz” oluyor?..
Merak ediyorum;
9 yıl önce “koltuk umutları” vardı da, bugün bu umutlarını kaybettikleri için mi “açılım”a karşı çıkıyorlar?..
“Devlette devamlılık esastır” da, kurumların böyle bir yükümlülüğü yok mudur?..
Ahh koltuk!.. Sen ne efsunluymuşsun!..
TÜRKEŞ OLSA, KÖŞK’E GİDERDİ!
Ya, MHP’ye ne demeli?..
Malûm, MHP’nin ilk genel başkanı, ülkücülerin başbuğu” merhum Alparslan Türkeş, 12 Eylül 1980 darbesinin ardından tutuklanmış, “idam”la yargılanmış, “hastane”lere düşmüştü… “Evren Cuntası”na o kadar öfkeliymiş ki; Emin Pazarcı’ya şöyle açıklamış bu duygusunu: “Bunlar beni buradan çıkarmayacaklar… Ellerinden gelse öldürecekler!”
Aradan yıllar geçtikten sonra, “MÇP Genel Başkanlığı” koltuğuna oturan Türkeş, Meclis’te verilen “23 Nisan Resepsiyonu”na katılır… Orada, “Cunta lideri Kenan Evren” de vardır…
Demirel’le tokalaşmışlardır!..
Acaba Türkeş ne yapacaktır?..
Şöyle der Türkeş;
“Kenan Evren, bu devletin Cumhurbaşkanı!.. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’na saygısızlık yapılmaz… Ben de gidip elini sıkmalıyım!”
Oysa Kenan Evren’in başında bulunduğu İhtilal Yönetimi, yıllarca hürriyetini elinden almıştı. Kendisini idamla yargılamıştı. Birlikte hareket ettiği kadrolara akıl almaz işkenceler yapmıştı.
Uzatmayalım… Türkeş, gider ve elini sıkar Kenan Evren’in!..
“Ülkücülerin Başbuğ’u” bunu yaparken, bugünkü MHP ne yapıyor, yani “devletin Cumhurbaşkanı”na nasıl bir tavır takınıyor?.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kırgınlıkları gidermek ve biraz da “çözüme katkı”larını öğrenmek için; “Gelin, konuşalım” diye haber gönderiyor ama, MHP, “Hayır, olmaz” diye direniyor.
Üstelik, bugünkü Cumhurbaşkanı, MHP’nin seçilmesine destek verdiği bir isim! Evren gibi, o camiaya büyük sıkıntılar çektiren bir cuntacı değil!
Bu mudur milliyetçilik?..
Bu mudur millî duruş?..
Söyleyin hele;
“Türkeş’in tavrı” mı doğrudur, yoksa Devlet Bahçeli’nin tavrı mı?.. Karar sizin!..
TÜRKEŞ’İN PARİS’TEKİ GİZLİ GÖRÜŞMESİ
Dahası da var… Devlet Bahçeli ve MHP kurmayları; Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a yönelik tavırlarının sebebi olarak “Kürt açılımı” ve “Ermeni açılımı”nı gösteriyorlar!..
Şamil Tayyar soruyor:
“Türkeş yaşasaydı, ne olurdu?”
Cevabını da kendisi veriyor:
“Muhtemeldir, Erivan’a giden ilk Türk büyüğü olurdu… İki ülke arasındaki ilişkiler, bugün çok daha farklı mecralarda sürebilirdi.”
Şamil, daha sonra “anekdot”lar aktarıyor:
Bir dönem Türkeş’le yakın ilişkiler kuran, iki ülke arasında diyalog sürecini başlatan eski ODTÜ’lü ve sol görüşlü Samson Özararat’ın, yıllar önce medyaya yansıyan şu sözlerini hatırlıyor olmalısınız.
“O vefat ederse Türkiye ile diyalog en az 10 sene gecikir.”
Enteresan bir tesbit… Çünkü bu sözler, 1997 Nisan’ında vefat eden Türkeş’in ölümünden bir ay önce sarf edilmiş!..
“Ermeni açılımı”nı konuştuğumuz bu yıl, “1997’nin 12 yıl sonrası”dır!..
“Türkeş’le sohbet”ten etkilenen Özararat, ona “Ermenistan Cumhurbaşkanı ile görüşme”yi teklif etmiş… Türkeş de, “tamam” demiş…
Gerisini Şamil Tayyar anlatıyor:
“12 Mart 1993 günü Paris’teki gizli görüşmede ikili bir araya geldi. Türkeş’i Paris Büyükelçisi Tanşuğ Bleda ile birlikte Samson Özararat karşıladı. Resmi araçla Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan’ın kaldığı Crillon Otel’e gittiler. Görüşmede Tuğrul Türkeş de sürekli not tuttu.
Türkeş, dostluk kurulabilirse, Ermenistan’a Türkiye’den transit kara ve deniz geçici sağlanabileceğini, “Trans-Kafkasya Otoyolu” projesinin hayata geçirilebileceğini taahhüt etti. Otoyolun yanında bir demiryolu, bir doğalgaz, bir de petrol boru hattı olacaktı. Ayrıca sınır ticareti geliştirilecekti.”
Görüyorsunuz ya;
Bugün, açılım girişimi henüz “proje” aşamasındayken, bundan 16 yıl önce Türkeş, “fiili adımlar” atmış!..
O halde CHP ve MHP; gerek “Kürt açılımı”na, gerek “Ermeni açılımı”na niye ayak diretiyor?..
Şahsen ben, “makûl bir sebep” bulamıyorum…
Olsa olsa, “kıskançlık”tan olabilir!..
Öyle ya; geçmişte kendilerinin yaptığı “açılım”ları bugün AK Parti hayata geçirmeye çalışıyor!..
Kim bilir, bir gün “iktidar” olup “koltuğa oturmayı” ve “açılım”ı o zaman gündeme getirmeyi düşünüyorlardı… Ama AK Parti, bu “koz”larını da ellerinden aldı!..
İşte bunun için “kıskanıyorlar” olsa gerek!..
Ne var ki;
Türkiye’nin “kapris”lerle kaybedilecek bir “12 yıl”ı ve “25 yıl”ı daha yok!..
Onların da iktidara geleceği yok!..
Hem gelseler de yine değişirler!..
===================
Evren “Allah” deyince!
12 Eylül Cuntası’nın lideri Kenan Evren’in meydan meydan dolaşıp “kafasına göre” yorumladığı “ayetli” ve “hadisli” konuşmalar yaptığı, “fetva”lar yumurtladığı günlerdi…
Malûm; “Allah” ve “Peygamber”i dilinden düşürmez, bu konuşmaları da “yalaka basın”da manşet olurdu.
İşte o günlerde; Millî Gazete’de beraber çalıştığımız Abdülkadir Özkan ağabey, “Evren’in konuşmaları”nın “yalaka ve yalama basın”da manşet olmasına öfkelenip, şöyle derdi:
“Ulan, biz ömrümüz boyunca hemen her saat Allah dedik ama manşet olamadık… Oysa Kenan Evren birkaç defa Allah deyince manşetlerden inmiyor!”
Demek oluyor ki; “gazetelere manşet” olabilmek için; ya “beli silahlı” olmak ya da “şöhret” olmak gerekiyormuş!..
Baksanıza; “umre” ve “Hac”ca gidenleri yıllar boyu “mürteci” diye yaftalayanlar, kendileri “umre”ye gidince, üstelik de “Kâbe’de namaz kılmadıkları” halde, çarşaf çarşaf “umre”yi anlatıyorlar!..
İşin garibi; “milyonlarca insanın Hac ve umreye gitmesini” görmezden gelenler, şimdi onları yazıyor!..
Gelin de, Abdülkadir Özkan ağabeye hak vermeyin!..