Vahiy evinin kızı: Hz. Fatıma...

Vahiy evinin kızı: Hz. Fatıma...

“Fatıma benden bir parçadır, beni seven onu sever, onu üzmüş olan beni üzmüş gibidir”…
Efendimizin (sav) bu ifadesi, kıymetini kendi varlığıyla eş tuttuğu kızı, Hz. Fatıma ile ilgilidir. Fatıma, Son Peygamberin “can parçası”dır. O, elbette tek evladı değildi babasının. Fakat Fatıma dışında tüm evlatlarını kendi elleriyle toprağa vermiş bir babanın, kendinden sonraya kalmış (ancak altı ay tahammül edebilmiştir mübarek babasının yokluğuna) kızı olarak Resulullah’ın (sav) soy zincirini devam ettiren de Hz. Fatıma’dan başkası değildir… Fatıma; Ehli Beyt’in, koyu renkli aba’nın altına alınıp da korunma ve temizlenme duasıyla takdis edilmiş Ehli Aba’nın Fatıma’sıdır… Bu yüzden onu sevmek, Resulullah Efendimizi sevmekle alakalıdır, ona aşık olmak, onu örnek edinmek, imani bir meseledir… Müslümanların iftiharıdır kendisini sevmek…
Hz. Hatice, vefat ettikten sonra, Müslümanlar adeta yetim kalmış gibi oldular. Sanki Mekke’de sırtlarını dayadıkları o büyük merhamet dağı uçup gitmişti, sanki toprağın suyu çekilmiş gibiydi… Hatice Annenin yokluğu birdenbire yeniden hissettirir olmuştu herkese: Çöl daha kurak, kayalar daha sert, granitten dağlar daha bir geçit vermezmiş meğer… Bir kere daha anlamışlardı Hatice Annenin yokluğunda… Ya Sevgili Efendimiz? Amcası ve himayedarı Ebu Talip ile üç gün arayla vefat eden eşi, Sevgili Hatice’si… Yüreğini ardı ardına yakan iki yıldırım gibiydi… Taziye günü, “Hangisine Yanayım?” diye sorarken gözyaşlarını tutamıyordu… Onun bu üzüntüsünü fırsat bilen müşrikler, zulümlerini arttırmaya başlayınca, “nasıl da belli oldu” demişti, “amcamın yokluğu”… Nasıl da belliydi, “beni örtünüz, beni örtünüz” diye nefes nefese yanına koştuğu kadının yokluğu… Kadın: Eşi, yoldaşı, sevdiceği, çocuklarının anası, yüzünün gülüşü hiç eksik olmayan, sırtındaki dağ gibi yükleri gülistana çeviren, kadın; hayattaki cenneti, ruh aydınlığı, gönül hafifliği… İşte yoktu, her fani gibi ilahi emre uyma vakti gelmiş, bunca yıl yaptığı hizmetlerden sonra cennete kuş gibi uçuvermişti adeta… Hatice’si, merhameti deniz olan sevdiceği… Yoktu artık…
Ama işte tüm bu hüzünlerin arasından çıkan küçük elli bir kız vardı: Babasının Kızı Fatıma… Babasına namaz kıldığı esnada eziyet eden müşriklere karşı çıkan, küçük elleriyle babasının sırtını temizleyen bir kız… Pek çok sahabenin yetişkin birer erkekken müşriklerden çekindiği bir vaziyette… Ortaya atılıp, babasının yardımına koşan küçük bir kız… Küçük ama büyük bir kız… Bu olaydan sonra ismi “Ümmü Ebiha” olacak bir kız… “Babasının Annesi”… “Mekke’nin yetimi”nden, “Resulullah”ı, son peygamberi var eden Rab, onu her zaman güzel insanlarla desteklemiştir. Anasız babasızdır. Ama önce büyükbabası, ardından amcası, daha sonra Hatice’si ve ondan sonra da Fatıma’sı tarafından hep merhamet, şefkatle desteklenmiştir Efendimiz (sav)…
Hz. Aişe, ışıksız gecelerde ancak Fatıma’nın yüzünün nuruyla ipliğini iğnesine geçirebildiğini söyler ve şöyle anlatır onu: “Allah Resulüne (asm) evsaf ve şemail, edep ve güzel ahlâk, tabiat ve davranış yönlerinden, Fâtıma kadar benzeyen bir kimseyi ömrümde görmedim… Fâtıma, Âlemlerin Efendisinin huzuruna gelse, Allah’ın Resulü (asm), onu ayağa kalkarak karşılar ve kendilerinin oturduğu mindere oturturlardı. Eğer Allah’ın Resulü (asm), Fâtıma’nın yanına gitseler, Fâtıma onu ayağa kalkarak karşılar, hürmetle ellerini öper, kendi oturduğu yere oturturdu…” (Tirmizi, Şemail, s. 61)
Onun çeyizi, dünyanın görüp göreceği en mükemmel bahadır olan Hz. Ali ile evlenirken götürdüğü çeyiz, iki gözünü birden dünya almış bizler için ne kadar da parlak bir desturdur… Onlar, evlendiklerinden sonra da yetiştirildikleri nebevi ahlak gereği, hiçbir zaman zenginlik, mal mülk ve biriktirmenin kölesi olmamışlardı… Çünkü Fatıma’ya hakiki hürriyetin ancak dünyalık yüklerden arınmayla kazanılacağını öğretmişti babası… Aslen Fatıma ve Ali isimli bu mükemmel çift, Son Peygamberin (sav) bir tür nesiller üstü örneklik teşkil edecek şekilde kurdurttuğu aile laboratuvarıydı… Bazen oldu üç gün üst üste aç kaldılar, fakirler, yetimler ve tutsaklar aç dururken, onlar ekmek yiyemeyeceklerini düşünürlerdi… Boğazlarından geçmezdi zira. Çünkü böyle öğrenmişlerdi Vahyin Evi’nde… Çünkü onlar ebrar sahibi insanlardı, yani biriktirdiklerinden, fazla olanlarından değil, sevdiklerinden vererek, canlarından infak ederek hakiki iyilik mertebesine erişmişlerdendiler… Herkese mübah olan şeylerde bile kayıtlıydı Fatıma ve Ehli Beyt… Onlar, Resulullah’ın evi hangi şartlardaysa hayat boyunca o şartlarda yaşadılar… Gün geldi muhacirler, yerleşik nizam içinde tutundular, kazançlar elde ettiler, maddi durumlarını düzelttiler… Şartları boykot günlerini değiştirmemiş tek ev kalmıştı, “Suffe” öğrencileri açken ben yemek yiyemem diyen Resul’ün evi (sav)… Fatıma’nın evi de işte bu evin bitişiğindeydi. Hasan ve Hüseyin doğduktan sonra, Efendimiz onların özlemine dayanamaz, yan duvarlarından sesleri işitilse de torunlarına hasretlik çekerdi. Hatta, duvarı kırdırıp, onları her an görebileceği bir pencere açtıracak kadar…
Hz. Fatıma, hayırlı bir evlat, mükemmel bir anne olmanın yansıra, devrinin en mahir şairelerindendi. Söylediği şiirler, hâlâ edebiyat sahasının şaheserleri başında gelir. Yine devrinin önemli hekimlerindendir, Uhud Harbinde ağır yaralanmış Babasının kanını durdurmayı başaran tek tabip kendisidir. Fatıma’yı Fatıma yapan en önemli özelliklerinden birisi, diplomasi yeteneğidir. Dış ülkelerden, farklı coğrafya ve dinlerden gelen heyetlerin kabulü esnasında, kadın liderler ve temsilcilerle İslâmi tebliğ noktasında görüşen, fasih hitabeti ile onları aydınlatan kişi de kendisidir…
Allah Teala, bu mübarek günlerde sevgili Fatıma Annemizin şefaatini hiç birimizden eksik etmesin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi