İlim Adamının Özellikleri
Bu günlerde yeni bir kitap üzerine çalışıyorum. Yıllardır okudukça malzemesini dosyaya atardım.bu kitap ilim serisinin 5. ve son kitabı olacaktı. İlk dördü basılmıştı. Bu da yazılıp bitsin istiyordum. Malzeme çoğaldı. Anlaşılan bu seri daha da devam edecek.
Dursun Gürlek Beye teşekkür ederim. “Ayaklı Kütüphaneler” kitabından istifade ediyorum. Orada bugün unuttuğumuz bir çok adet ve faaliyetlerine rastlıyorum geçmiş alimlerimizin. Unutmak istediğimiz huy ve olaylar da var şüphesiz. Hayat böyledir işte, her zaman az yada çok, oluklar çift olmuştur. “Birinden nur akar, birinden kir.”
Çok çalışma ve çok okuma, vakti zayi etmeme, her yeri kütüphaneye çevirme, nefsani zevkleri irfani zevklere kurban etme, dünyaya karşı zahid olarak azla yetinme, masivaya değer vermeme, ilim ve hizmetten başka gaye bilmeme, hakikate aşık olma ve kainatın sırlarına tecessüsle bağlanma ve araştırma, her varlığa şefkat ve merhamet, her imkanı ilim ve irfan için değerlendirme, bir ilim adamının bariz hasletleridir. Bugün çok muhtaç olarak aradığımız hasletlerdir bunlar. Niye ilim adamı az çıkıyor, sebebini açıklayan hasletler aynı zamanda.
İşte bahsettiğim kitapta böyle bir adamı tanıtıyor bizzat talebesi bizlere. Evet, Şemseddin Sami “Hocam Tahsin Efendi” diyor ve anlatıyor. Sanırım siz de zevkle okursunuz. Her ikisine de rahmetler okuyarak başlayın bari:
“Hoca'nın hayat hikâyesi pek sade ve kısadır. Babasına ait rahlenin önünde veya sıbyan mektebinde elif diyerek başladığı dersi ruhunu teslim ederken bıraktı. Elinden kitap düşmezdi. Okumaya, yalnız okutmak için, -geçici olarak- ara verirdi. Bu adamın ömrü, yarım asır sürmüş bir dersten başka bir şey değildi, bütün ömrünü okumakla geçirdi. İki konuda son derece hırs sahibiydi: Birincisi, mevcud bilgisini daha fazla genişletip hakikate yaklaşma konusunda bir adım daha atmak, ikincisi ise, bildiklerini başkalarına da öğreterek milletine ve vatanına hizmet etmekti. İki şeye âşıktı: Hakikat ve insanlık...
Yaratıcının kudreti, kâinatın azameti, tabiatın harikuladeliği karşısında kendini pek küçük görüp kaybetmişti. Kendini düşünmeye, kendine bakmaya zaman bulamıyordu. Lâkin bilgisini çoğaltmaya yarayan kitaplarına, haritalarına, fenni aletlerine çok bakıyordu. Eline para geçince kitaplara ve aletlere harcar, yalnız karnı acıktığı zaman yemek yemeyi düşünür, çok defa ekmek peynirle yetinirdi. Yatağının karşısında elektrik makinesi, üstünde uzun bir gözetleme aleti, boynunda bir dürbün, ayağının ucunda mikroskop, elinde bir kitap olduğu halde uyurdu. Duvarlarla tavan kitaplarla, tarihi ve coğrafi resimlerle, astronomik şekillerle kaplıydı. Sanki o medrese, kâinatın ve tabiatın küçük bir örneğiydi.
Sohbetleri bile derslerden, ilmî tartışmalardan ibaretti. Herhangi bir faydası olmayan boş sözlerden asla hoşlanmazdı. Vatanımızda âlim veya allâme unvanını yalnız Hoca Tahsin Efendi'ye tahsis edersek, diğer hüner ve marifet erbabını zannederim darıltmış olmayız. Dini ve şer'i ilimlerde; tefsirde, hadiste, Arapça ve Farsça'da, Türk edebiyatında yed-i tulâ sahibiydi. Nükteli ve sanatlı şiir söylemeyi, fesahat ve belagat örneği nesir yazmayı prensip haline getirmişti. Hiçbir bahiste ve meselede kitaba bakmaya ihtiyaç duymazdı.
Hoca Tahsin öyle şefkatli ve merhametli bir insandı ki, bir karıncanın bile incitilmesini istemezdi. Son hastalığı sırasında hava değişikliği için Tirana'ya gitmeyi ve bir süre eğlenmeyi düşünüyordu. Ava merakınız varsa hem eğlenirsiniz hem de vücudunuzu hareket ettirerek istifade edersiniz" dedim. Şöyle cevap verdi:
Hayvanlara acırım, vuramam. Lâkin oranın dağlarında ilm-i arza (jeolojiye) dair insanın bilgisini arttıracak pek çok eser vardır. Bunların araştırılması avlanmak suretiyle elde edilecek sağlığı kazandırır, hem ilme ve fenne bir hizmet olmuş olur, hem de bizim gibi can taşıyan bir takım zavallı hayvanların hakkı ve hürriyeti korunmuş olur." (Resimli Kitap, Kânûn-ı Evvel, 1324, C.l, s.4-5-6’dan aktaran Dursun Gürlek, Ayaklı Kütüphaneler, s. 64-65)
www.cemalnar.com