Cumhurbaşkanı nın Küçük Oğlu
Muhterem Cumhurbaşkanımızın küçük oğlu Mehmet Emre Gül, Kayseri'ye maça gidecekmiş. Başbakanın uçağıyla... Hareket vakti gelmiş, Başbakan ve yanındakiler bekliyorlar, Mehmet Emre ortada yok.
Mehmet Emre ihmalkârlık etmiş, vaktinde yola çıkmamış. Ankara'nın trafiği berbat. Bakmış ki, otomobille yetişmesi mümkün değil, motosikletli bir polise "Ben Cumhurbaşkanının oğluyum, beni havaalanına götür" demiş.
Polisin terkisine binmiş, tam hızla havaalanına...
Başbakan yarım saat beklemiş...
Nihayet yetişmiş, hemen uçağa binmişler ve hareket etmişler.
Düşündürücü hususlar:
1. Cumhurbaşkanının oğlu da olsa, polise beni havaalanına götür demek doğru mudur?
2. Polisin bu isteği kabul etmesi doğru mudur?
3. Mehmet Emre başında kask olmadan yolculuk etmiş. (Fotoğrafları yayımlandı...)
4. Başbakanı yarım saat bekletmesi doğru mudur?
Farz edelim buna benzer bir hadise, Hz.Ömer el-Fâruk'un hilâfeti zamanında vukua gelmiş olsaydı, Âdil Halife oğluna ve polise ne yapardı?
Devlet büyüklerimizin eşleri, oğulları, kızları, damatları, gelinleri, kardeşleri, yakınları çok dikkatli hareket etmelidir. Dostların da düşmanların da gözleri onların üzerindedir.
Muhterem Cumhurbaşkanımızın mübarek Ramazanlarını tebrik ediyor, anlattığım hadise ile ilgili olarak halka bir açıklama yapmasını bekliyorum. Hürmet ve selâmlarımla.
Yaş sınırı kaldırılsın kampanyası
Bir grup din kardeşimiz, hayırlı bir kampanya başlatmışlar, çocuklara verilen Kur'ân ve Din derslerindeki 12 yaş sınırının kalkması için imza kampanyası açmışlar. Kendilerini tebrik ediyor, bütün hayırlı işlerinde başarılar diliyor, bütün Müslümanların "tıklamak" suretiyle bu kampanyaya katılmalarını âcizâne ve nâçizâne tavsiye ediyorum.
Yassinirikaldirilsin.blogspot.com
Müslüman ailelerin çocuklarına din ve Kur'ân dersi verdirmelerine kısıtlama getirmek evrensel insan haklarına aykırıdır.
Din, inanç, vicdan, inandığı gibi hayat sürebilmek hürriyetine aykırıdır.
Devletimizin, vatanımızın, halkımızın selâmetine, huzuruna, dirlik ve birliğine aykırıdır.
Sağduyuya aykırıdır.
Küçük çocuklarınıza, konuşmaya başladıkları günden itibaren, islâmî pedagoji kurallarına uygun olarak din, iman, Kur'ân dersleri verilmelidir.
Sizlere bir şey söyleyeceğim, bana güveniniz, çocuklara daha ana karnında iken Kur'ân dinletiniz. Çünkü henüz annesinin rahminde olan minicik varlık Kur'ân'ı duyar, Kur'ân'dan feyz alır, Kur'ân'dan istifade eder.
Küçük çocuklara verilen din, iman ve Kur'ân dersleri İslâmî pedagoji ilkelerine uygun olmazsa faydası az olur, hattâ maazallah bazen aksi netice verir.
Din korkutma ile öğretilmez.
Din sevgi ile öğretilir.
Küçük çocukların apayrı dünyaları vardır. Bu dünyayı bilmeyenler çocuklara gereği kadar ve yeterli miktarda yararlı olamaz.
Müslümanlar çocuklarına Müslüman ismi vermelidir.
Olgaç, Tolgaç, Fetroş, Minnoş gibi isimleri vermek doğru değildir.
İsimle müsemma arasında sırlar vardır.
Fransa'da Katolik Bayard yayınevi, üç yaşındaki çocuklar için resimli (yazısız) kitaplar, albümler çıkartıyor.
Çocuğum seçme imtihanlarında birinci, yedinci, 28'nci oldu gibi övünmeleri bırakalım.Çocuğum imanlı mıdır ona bakalım. İmanı yoksa, seçme imtihanında birinci de olsa ebedî saadetini yitirecek ve cehenneme gidecektir.
Din ve Kur'ân derslerinde 12 yaş sınırını kaldırsak bile mesele bitmiş olmaz. Önemli husus, bu dersleri başarılı şekilde verecek uzman, ehliyetli, liyakatli hocalar bulunmasıdır.
Müslüman milletvekilleri bu hususta gereken gayreti göstermelidir.
Birtakım Müslüman politikacılar, seçimlerden önce halka verdikleri sözleri tutmalıdır.
Vefa'da iftar
6 Eylül Pazar... Vefa'da Bilim Sanat Vakfı'nın iftarına gideceğim. Hani iftar davetlerine gidemiyordun? Beylikdüzü, Pendik, Sarıyer gibi uzak yerlere gidemiyorum ama Vefa pek yakın...
Sultanahmet parkının çimenleri üzerine binlerce yaygı serilmiş, halk öbek öbek akşamı bekliyor. Torbalarda yiyecekler, termoslarda çaylar. Yol bir kalabalık ki, sormayın. Bu kadar insan içinde yürümek büyük yorgunluk veriyor. Hıncahınç kalabalık arasında yürümek taş taşımak gibi yoruyor yahut insan dayak yemişe dönüyor.
Hayret!.. Sultanahmet'teki genç kızlar ve delikanlılar içinde ne kadar çok Münevver ve Cem var... Nerden çıktı bunlar? Cem'lerin testereleri nerede?Münevverler pek neşeli, pek mutlu. Kimisi kıkır kıkır gülüyor. Başlarına geleceklerden habersiz.
Bin zahmet tramvay durağına geldim. Yine bin zahmet bir vagona bindim. Beyazıt'ta inecektim, kalabalıktan sıkıldım Çemberlitaş'ta indim. Yürüdüm, Beyazıt meydanından geçtim. İftar çadırının önünde kuyruk var.
Veznecilerde iki eski zaman konağı restore edilmiş. Kimbilir onlarda bundan yüz yıl önce kimler oturuyordu? Nam u nişanları kalmadı, isimleri unutuldu.
Süleymaniye'ye giden yolda Kitapçı Ahmed'in sahaf dükkânı var, açıksa birkaç kitap alayım dedim, kapalıymış.
Vefa bozacısının önünden geçtim, biraz yürüdükten sonra vakıf binalarına geldim (Karşı karşıya iki büyük bina). Ne kadar çok davetli var, 700 kişi mi, bin kişi mi?
İftardan önce dostlarla sohbet ettik.
Sonra yemek yenildi, çaylar içildi. Akşam namazını cemaatler halinde Vefa Camii'nde kıldık. Hazret-i Vefa İstanbul'un mâneviyat ulularındandır. Cami imamıyla tanıştık. Mâbedin mihrap tarafından iki adet berbat mı berbat, çirkin mi çirkin iki ucuz Tahtakale saati asılıydı. Bunları çöpe atın da, yerlerine birlikte biraz daha sanatlı ve kibar iki saat alalım dedim.
Vakıftan bendenize bir çanta dolusu kitap hediye ettiler. O gün kitap alamamış olduğuna üzülüyordum, üzüntüm gitti. Teşekkürler...Kitaplar diş kirası yerine geçti.
Vakfın 50 bin kitaplık güzel bir kütüphanesi var. Gezdirdiler. Bayramdan sonra gidip (varsa) bazı kitapları tedkik edeceğim inşaallah...
Pazartesi gecesi yatsı için Sultanahmet Camii'ne gittim.Cemaat çok azdı. Ulu camiin ancak dörtte biri doluydu. Hoparlörlerin seslerinin çok yüksek olması, cemaat çekmek için yetmiyor demek.
Elektrikler kesik, avludaki kitap fuarı sönük...
Bedir Yayınevi standına gidip biraz oturdum, birkaç kitap imzaladım.
Gece 11.00'de fuar kapandı. Ramazan çarşısı dönerci, sucukçu, gözlemeci, lokmacı, macuncu dolu. El sanatı, hatıra eşyası satan dükkânlar yok. Bunlara rağbet olsa elbette olurdu. Yazık!.. Sanata, el işi ürünlere, hatıra eşyasına, kalıcı şeylere, kültüre; sucuk ve kokoreç kadar değer vermiyoruz.
Bir şişe boza aldım, eve yollandım. İster misiniz, keskin boza içiyor diye lâf eden çıksın...
Aman sen de...