Mustafa Erdoğan

Mustafa Erdoğan

Yargının yeni görevi: ‘Koruyup kollama’

Yargının yeni görevi: ‘Koruyup kollama’

Yargı Reformu Stratejisi”ni eleştirme sadedinde Yargıtay Birinci Başkanının dile getirdiği yargının bağımsızlığıyla ilgili görüşler şöyle özetlenebilir: Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na TBMM’nin üye seçmesi ve Adalet Bakanıyla Müsteşarının Kurul üyeliğinin korunması “yargının siyasallaşması”na yol açacağından yargı bağımsızlığına aykırıdır. Bunun demokratik meşrulukla açıklanması da mümkün değildir. Kaldı ki, “Anayasadan aldığı hakla Türk Ulusu adına yargı yetkisini kullanan Türk yargısı’nın ‘demokratik meşruiyet’ gibi bir sorunun yoktur ve hiç olmamıştır.” Yargının “demokratik meşruiyet” eksiğinden söz etmek “vahim” bir “kavramsal teşhis hatası”dır. Bu öneriler kuvvetler ayrılığı ilkesine de aykırıdır. Ayrıca Başkan soruyor: “Yasama ve yürütme organları tarafından üye seçilmesi kabul edilirse, aynı düşünceyle yasama ve yürütme erkinde de yargının yer alması yoluna mı gidilecektir.”
Şimdi bu görüşleri tek tek irdeleyelim:

1. Başkan yanlış olarak yargı ile HSYK’yı özdeşleştirilmektedir. HSYK “yargı” değil, yargıyla ilgili idari bir otoritedir, yaptığı işlemler de yargısal değil, idari niteliktedir. Üyelerinin çoğunun hakimlerden oluşması bu Kurulu “yargısal” hale getirmez. Batılı demokrasilerin büyük çoğunluğunda yargıçların atanması -kısmen de mesleğe kabulü- sürecine “siyasi” makamlar (yerine göre cumhurbaşkanı, adalet bakanı, parlamento) çeşitli şekillerde müdahildir. Bu, iddia edildiği gibi “kuvvetler ayrılığı”na aykırı değil, ama olsa olsa Batılı demokratik modelin bütün “frenler ve dengeler” mekanizmalarını kaldıracak farazi bir “kuvvetler husumeti”ne aykırıdır. Onun için, sayın başkanın “Yasama ve yürütme organları tarafından üye seçilmesi kabul edilirse, aynı düşünceyle yasama ve yürütme erkinde de yargının yer alması yoluna mı gidilecektir” (?) şeklindeki sorusu anlamsızdır. Ayrıca, HSYK’nın bağımsız olmasıyla mahkemelerin bağımsız olması da aynı şey değildir. Mevcut yapısıyla HSYK’nın bağımsızlığının hakimler üzerindeki devletçi vesayetin garantisi olmaktan başka bir anlamı yoktur. Savcı Sacit Kayasu’nun ve Ferhat Sarıkaya’nın başına gelenler bunun açık birer kanıtıdır.

2. Bir demokraside yargının demokratik meşruiyet eksiğinin dile getirilmesini “vahim bir kavramsal teşhis” olarak nitelemenin kendisi vahim bir yanılgıdır. Sayın Başkanın sandığı gibi, Anayasada mahkemelerin yargı yetkisini “Türk Milleti adına” kullanacaklarının belirtilmesi yargıyı otomatik olarak demokratik yapmaz. Öyle olsaydı, Anayasa onun için de aynısını yazdığına göre, seçime dayanmayan bir “yasama” organının demokratik meşruluk sorunu olmadığını söylememiz gerekirdi. Aslına bakılırsa, yargıya demokratik meşruluk sağlamak için HSYK’ya parlamentonun üye seçmesi de yeterli değildir. Bunun için, mahkemelerde jürili sisteme geçilmesi ve en azından yüksek mahkemelerin üyelerinin de demokratik temsile dayanması (tercihen, genel oyla seçilmesi) gerekir. Kaldı ki, Türkiye’de genel olarak mahkemeler, özellikle de yüksek mahkemeler şimdiye kadar demokratik meşruluğu tahrip eden nice kararlar vermiş, hatta bazen açıkça askeri rejimleri desteklemişlerdir.

3. Başkana göre, yargı bağımsızlığı, yargının toplumdan ve demokratik süreçten soyutlanmış, kendi kendini atayan ve “kapalı devre” çalışan “lâyüsel” yüksek yargıçların oluşturduğu bir zümre aristokrasisi demektir. Bütün yüksek yargıçların birbirini atadığı veya seçtiği mevcut sistem gerçekten de bir kastı andırmaktadır. Bu kapalı devre içinde, atanmak üzere Cumhurbaşkanına sunulan adaylar için uygulanan seçim yöntemi her üç adayı da aynı çoğunluğun belirlemesini ve böylece Cumhurbaşkanına takdir yetkisi bırakmamayı olduğu kadar, bu kastın ideolojik saflığını da büyük ölçüde garanti etmektedir. Oysa, hiçbir demokraside bu anlamda “bağımsız” bir yargı yoktur.

4. Sayın Başkan yargının tarafsızlığını “bağımsızlığı” kadar önemli bir problem olarak görmüyor. Nitekim, hakimin yasama ve yürütmeden bağımsız olmasını haklı olarak istiyor, ama onun devletten bağımsız olmasından söz etmiyor. Aksine herkese hakimlere hakkın, hukukun ve adaletin değil fakat devlet ideolojisinin yol göstereceğinin garantisini veriyor: “Atatürk’ün çizdiği yolda, gösterdiği ilkeler doğrultusunda, şaşmadan, yılmadan, yolumuza devam edeceğimizden, varlığımızın nedeni olan Cumhuriyeti, üniter devlet yapısını koruyup, kollama görevimizi sarsılmaz bir inançla sürdüreceğimizden hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.”

Şimdi aklınıza şu soru gelmiyor mu? Öteden beri askerlerin kendilerine biçtiği, statükoyu “koruyup kollama” misyonuna sahip çıkma konusunda böylesine isteklilik gösteren bir yargıdan sadır olan bağımsızlıkla ilgili bir söyleve ne kadar itibar edilebilir?...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Erdoğan Arşivi

Alarm

31 Temmuz 2010 Cumartesi 09:16