Yanaşık düzende yargı...
Adli Yıl açılışında konuşan Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, konuşma metninde olmasına rağmen "yandaş yargı" ifadesini okumadı. Nedenini soran gazetecilere de, "Konuşma metni uzundu, orayı atlamış olabilirim." dedi. Sayın Gerçeker'in bu ikinci potu.
Daha önce de, askere sivil yargı yolunu açan ve halen Anayasa Mahkemesi'nin önünde bulunan düzenleme hakkında, "Bütün hukukçular kabul ediyor, Anayasa'nın 45. maddesine bir aykırılık olmadığını kimse söyleyemez." demişti. Anayasa'nın 138. maddesine göre, görülmekte olan bir dava ile ilgili Meclis'te bile bir beyanda bulunulması yasaklanmışken...
27 Nisan e-muhtırasından beri, yargıda, bazı isimler pop yıldızları gibi parlatılarak öne çıkartılıyor. Hukuk adına konuştuğunu söyleyerek, şecaat arz ederken durmadan sirkatini söyleyen yargı mensubu olur mu? Cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki 367 hamlesini hangi hukukçu savunabilir? Daha gerilere gidildiğinde, 28 Şubat sürecinde, servis otobüsleriyle Genelkurmay'da brifing alan yargı mensupları, acaba o ayakta paşa alkışlama fotoğraflarını, torunlarına gösterebilirler mi? Ve en acısı, Şemdinli davasında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun, savcı Ferhat Sarıkaya hakkında aldığı kararın utancı, unutulabilir mi? Şemdinli'deki olayı soruşturan ve Ergenekon davasında haklılığı giderek anlaşılan Van savcısını, yani bir meslektaşlarını, meslekten atan, ona avukatlık yapma yasağı bile getirenler, gözlerini kaçırmadan, başlarını öne eğmeden o kararlarını savunabilirler mi? Aynı kurulun, Ergenekon davasının hakim ve savcılarıyla, Güneydoğu'daki JİTEM cinayetlerini soruşturan savcıları tayin ettirmeye kalkması acaba nereye yandaşlıktır?
Türkiye'nin en büyük derdi, anayasal kurumların güven erozyonudur. Vesayet düzeni adına cepheye sürülmüş bir yargı görüntüsü, her ülkede yargıyı yaralar, yargının tarafsızlığını şaibe altına sokar. Eğer yargı, askerî bürokrasinin yanaşık düzeninde, sürekli dirsek temasıyla görev yapar hale gelirse, bu, devletin ortak aklını yitirmesi demektir. Yargı, halkı sindirmek isteyen yönetici elitlerin, tahakküm vasıtası değildir. Milli iradeyi sürekli baskı altında tutmak isteyenlerin, tek kelimeyle statükonun; bekçisi, zırhı, tamponu, emniyet supabı hiç değildir...
Ergenekon davası sürecinde bir tablo giderek netleşiyor. "Resmî ideoloji terk edilemez, bu memleket bizden sorulur- git bakayım biraz öte, tekere çomak sokulamaz, devletin çıkarları ferdin hak ve hürriyetlerine, özgürlüklere feda edilemez, güçlü devlet-sindirilmiş vatandaş, fazla demokrasi bizi bozar arkadaş" diyenlerin durumu gittikçe zorlaşıyor. Demokratikleşme hamleleri, onları giderek üzerlerine çevrilmiş sahne ışıkları altında mahcup, sıkıntılı, kaygılı, endişeli, telaşlı gösteriyor. Hani nasıl denir, mızrak artık çuvala sığmıyor. Bahsettiklerimiz, minderde künde üstüne künde yiyip, boş bakışlarla, yine de bir şey olmuyormuş gibi davranan pehlivan gibiler.
Yargıyı da, hukuk sitemini de, demokrasinin standartlarını da evrensel standartlara kavuşturmak zorundayız. Futbolda, basketbolda, sivil toplumun eğitim hamlelerinde ileri dünya ile entegre olurken, size şapka çıkartılırken, yargıda azarlanmanız, ceza üstüne ceza yemeniz anlaşılabilir, kabul edilebilir mi?
Neyi demek istiyorum? 22 senedir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne giden iki bine yakın davada, bizdeki yargı kararları yüzde 80 bozuluyor. Türk yargısını sınıfta bırakıyorlar. Türkiye'ye para cezaları veriliyor. Yani, iç hukuk yolları tüketildikten sonra, büyük kısmı yüksek yargıdan geçtikten sonra, AİHM önüne gelen kararlar yüzünden mahkûm ediliyoruz.
Yanaşık düzende bir yargı, en çok gerçek hukukçuları utandırır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.