Lozan Antlaşması ile yoktan var olmuşuz!
Yeni adli yılın açılışı nedeniyle Yargıtay Başkanı Sayın Gerçeker’in sarfettiği bu sözlerin ne anlama geldiğini ben anlamış değilim.
Bilemem, bin yıllık tarihi olan ve her karış toprağı şehit kanları ile sulanan Anadolu toprakları bizim değil miydi ki Lozan denilen teslimiyet mazbatası ile yoktan var edildi?
Yok ne demektir?
Aslı astarı, geçmişi, zaman içerisinde var olmayan...
Bazıları da coşunca aynı anlama gelen:
“Anadolu’nun tapusunu Lozan’da aldık” sözünü sarfetmeleri tarihi geçmişimize atılan en büyük bir iftiradır. Yalandır, riyadır...
Bu sözlerden tarih utanır, canlarını, kanlarını veren şüheda utanır.
Biz utanırız...
Sormazlar mı?
Anadolu’nun tapusunu Lozan’da aldığınıza göre bin yıldır bu topraklarda gecekondu hukukuna göre mi oturdunuz; taht kurdunuz, medeniyetler meydana getirdiniz? Bir milletin toprakları fiilen işgal edilse de genleri bozulmadıkça o millet yok olmaz.
Biz yok olmadık, İttihatçılar tarihi kendilerine has yazmak için önce kaybettirdiler, sonra da kalanına bu milleti sevindirdiler, hepsi bundan ibarettir.
O yüzden yer altı servetlerimize sahip çıkamayız, NATO’dan izin almadan işe yarar bir tane silah üretemeyiz. Ağır sanayimizi kuramayız...
Her neyse, biz buradan açılıştaki konuşmalara geçelim.
Avukatların Yeni Adli Yıl açılışına tepki göstermeleri yanlış sayılmaz. Her seferinde Yargıtay cenahının kürsü dokunulmazlığından istifade ederek iktidarlara yaptıkları göndermeleri toplasanız, göreceksiniz hepsi aynıdır. Hiçbirisi çözüm adına bir işe yaramaz.
Hepsi de malumun tekrarı mahiyetinde.
Efendim, Adalet Bakanlığı müsteşarı Kurul’a katılırsa yargının tarafsızlığı zedelenirmiş.
Ne zaman zedelenirmiş?
Ahmet Kahraman müsteşar olduğu zaman.
Peki Yusuf Kenan Doğan müsteşar olduğunda zedelenmez mi?
“Beş bin kadroyu MHP’ye mi bırakacaktım” diyen Moğultay bakan olduğunda zedelenmedi mi? Her zaman söylerim, bu yasakçı solun bir akışı vardır; iktidar olduğunda Amerikancı, hem de müsteşarın Kurul üyesi olması taraftarı.
Muhalefete düştüğünde ABD karşıtı, müsteşarın Kurul’dan çıkarılmasından yana...
Dikiş tutmuyor diyeceğiz...
Yargı bağımsızlığını o kadar düşünüyorlarsa yargının tepesinde kurulan YARSAV gibi bir derneğin yargıyı nasıl yıprattığına biraz da baksınlar. Akşam siyasi nutuklar at, ertesi gün kürsüye otur, “tarafsızım” de. Bu manzaraları halkımız yutar mı?
Yargının tarafsızlığı konusunda konuşulacaksa, basın toplantısı yapıp kapatma davası açtığı parti yetkilileri hakkında ağza alınmayacak küfürler savuran eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş’ın tavırlarını eleştirsinler.
Ergenekon gibi karanlık örgüt üyelerinde elde edilen cephanelikleri küçümseyip yargıyı etki altında bırakmak isteyenleri konuşsunlar.
Ne hikmetse hiçbirisi konuşulmuyor...
Madem AK Parti iktidardır, o halde müsteşar ile bakan Kurul’a iştirak etmesin.
Var mı bunun mantıklı bir tarafı?
Sayın Gerçeker’in şu fikrine katılırım.
Ne Anayasa Mahkemesi üyeliklerine ne de HSYK üyeliklerine siyaset sayılan Meclis müdahale etmesin. Meclis’e mahkeme üyesi seçtirmek, hakimleri siyasetçilerin kapılarına mahkum etmek demektir. Seçilmek için adam arayacağız diye duruşmalarını yapamazlar.
Gerçi şimdiki uygulama farklı sayılmaz.
Yargıtay ile Danıştay üyesi olabilmek için HSYK üyelerinin kapılarından birinci sınıf hakimler eksik olmuyor. Gidin bakın, her gün o kapılarda dolaşırken göreceksiniz.
O zaman Sayın Yargıtay Başkanı işin bu tarafına neden neşter vurmaz?
Yargıda sağlıklı bir iş yapılacaksa siyasi sorumluluğu olan Adalet Bakanı’nın yakasını bırakın, gelin Yargıtay ve Danıştay üyesi olacakları sınava tabi tutalım, veya kura usulünü getirelim. O zaman kim kazanırsa, gider koltuğuna oturur.
Pilavın da suyu kesilir.
Hatta birtakım mezhepsel ve de ideolojik kamplaşmalara neden olan yargının tepesindeki seçim olayını da kaldıralım...
O zaman vardan var oluruz, yoktan değil...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.