Don lastiği gibi olunca
Yakın zamana kadar iktidarı destekleyen bir medya patronuna sormuşlar: “Turgut Özal’ı, Yıldırım Akbulut’u, Mesut Yılmaz’ı, Süleyman Demirel’i, Tansu Çiller’i, Necmettin Erbakan’ı, Bülent Ecevit’i, son olarak Tayyip Erdoğan’ı destekledin. Nasıl bir yayın politikan var? H er iktidarda değişiyorsun?”
Gülmüş patron: “Ben değişmiyorum ki, iktidardaki değişiyor. Ben her zaman iktidardan yanayım.”
Kimine göre, doğruluk payı olan bu fıkra gibi anekdot, son vergi tartışmasını özetleyen veciz bir hadisedir.
İktidarla ilişkiyi, nimet-külfet dengesinde nalıncı keseri gibi sürekli kendine yontarak biçimlendiren, denge aleyhte bozulduğu zaman “Atatürk”, “laiklik”, “basın özgürlüğü” gibi kutsal kavramlar üzerinden silahşörlüğe dönüştürenlerin hiçbir inandırıcılığı yoktur. Yalnızlıklarının temel nedeni de budur.
Oktay Ekşi tam gaz
Fikri Akyüz ne güzel derlemiş eski yazıları.
Hürriyet’in Başyazarı 17 Haziran 2003 tarihli köşesinde bakın ne yazıyor: “Bu adama (Uzan’a) dikkat edin. Adam şirketleriyle vatanı karıştırıyor. Uzan ailesi para ödemeyi sevmez. Ama asıl mesele elbet bu değil. Amaç çok açık: Ben kanun kural tanımam. Böyle bir zihniyete (kör topal da olsa) ‘bir hukuk devletinde’ yaşadığı ve ‘herkesin yasalar karşısında eşit olduğu’ öğretilmezse, bu ihmalin bedelini hepimiz üstelik çok ağır şekilde öderiz.”
Ekşi, öyle hınç dolu ki, hükümete, “bildirin kanun tanımaz adama haddini” diyor.
Ama aynı adam, Aydın Doğan’a ceza kesilince, 21 Şubat 2009 günü ne yazmış, okuyalım: “Doğan Grubu’na ‘Sizi de bazıları gibi mahvedeceğim’ diyor. Ceza haksız, merak edenler geriye doğru yaşanmışları okuyup öğrensinler. Oradan ders alsınlar. O zaman anlarlar niçin ‘Bu filmi ikinci defa görüyoruz’ dediğimizi.”
Hangi ikinci film? Uzan’ın kellesi uçarken, “film” demiyordunuz...
Yandaş Tufan Türenç
Hadi, Tufan Türenç’e bir bakalım şimdi. Tarih 16 Haziran 2003. Şöyle diyor: “Uzanlar hakkında her siyasi parti böyle cesaretli bir karar alamaz. Bu operasyona Uzan Grubu dışında ciddi bir itiraz da yok. Keyfi fiyat uyguluyorlar. Uzan cephesinden bakarsak, onlar bu operasyonu ne yazık ki hukuka aykırı bir eşkıyalık olarak tanımlıyor. Daha durun neler neler olacak, neler...”
AK Parti’ye bir övgü, bir övgü... Ben yazsam, söylemedikleri kalmazdı.
Mevzu Aydın Doğan olunca, Tufan Bey’in kalemi hemen kıvrıldı, 20 Şubat 2009 günü şöyle yazdı: “Hükümetin görevlendirdiği vergi denetçisi bir şeyler bulmak talimatıyla geliyor. Türkiye’deki laik demokratik rejim hızla hukukun dışına kayıyor. AKP iktidarında Uzanlar’ın ve daha birçoklarının başına gelenlerden sonra şimdi de Aydın Doğan’ı yok etmeye çalışmak hangi hukuka sığar?”
O da Oktay ağabeyi gibi Uzan’ı hatırladı. Uzan’ın üzerine gidince “cesur parti” diyordun, şimdi neden çark ettin?
Yalçın Doğan farklı mı?
İşte, bir Yalçın Doğan klasiği. 17 Şubat 2003 günkü yazısına bakalım: “Uzanlar’a ait ÇEAŞ ile Kepez Elektrik’e el konmasına dair cesareti bundan önceki hükümetler gösteremiyor. Konumu ve gücü ne olursa olsun, bundan böyle hiç kimse yasalar karşısında kabadayılık yapma hakkına sahip değil. Kimseye imtiyaz yok. Kimseden korkmadan, yasaları uygulamak gerek. Hukuk devleti, yerine ancak böyle oturabilir.”
Yandaşlığın bundan ötesi olur mu? Bir iltifat, bir iltifat hükümete...
Oklar Aydın Doğan’a dönünce o da döndü. 10 Eylül 2009 günü şöyle yazdı: “Tayyip Erdoğan Doğan Grubu’na hınç ve öfkeyle saldırıyor. Emsali görülmemiş hukuka aykırılıklar ve sadece tek bir gruba yönelik aykırılıklar birbirini izliyor. Şimdi ses çıkarmayanlar günün birinde sıra kendilerine geldiğinde artık çok geç olduğunu anlayacak ama iş işten geçmiş olacak. Cez a demokrasiye kesiliyor, hepimize kesiliyor. Karanlığın farkında mısınız?”
Devşirme de karşıymış
Eskiler öyle de devşirmeleri farklı mı?
25 Mayıs 2007 tarihli Ahmet Hakan’ın yazısı: “Bir adam düşünün. Bankasının içini boşaltmakla suçlanıyor. 10 milyar dolarlık bir hortumlamadan yargılanıyor. Üstelik Cem Uzan’ın her tarafı açık...”
Açıkça, Uzan için “Hortumcu” diyor.
Şimdi Nişantaşı’nda limon direnişinde... Aman dikkat, sıkmasınlar seni...
Aklınıza gelebilir, hepsi mi böyle? Elbette, hayır. Mesela Yılmaz Özdil. Her zaman istikrardan yanadır. Dün Cem Uzan’a yalakalık yapıyordu, bugün Aydın Doğan’a...
İşin garibi, yaptığı işi, “fazilet” sanıyor.
Sizi tatlı su özgürlükçüleri sizi, Halep ordaysa arşiv burada...
Olmadı Melih Bey
Nur topu gibi yeni bir tartışma konumuz daha oldu. Ankara Bahçelievler 7. caddede içki içilsin mi içilmesin mi? Ahaliye 15 soru yöneltilecek, sorulardan biri böyle.
Bir nevi referandum...
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in kendine göre gerekçeleri var, ama ikna edici değildir. Kaldı ki, temel hak ve özgürlüklerle ilgili referandumun, ikna edici sebebi olmaz.
Her şeyden önce, demokrasi, bir tahammül rejimidir. Temel hak ve özgürlükleri sınırlandırıcı kanun da çıkarsanız, hukuki olmaz, insani değerlerle bağdaşmaz.
1987 yılında Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş’in siyasi yasaklarıyla ilgili referandum yapılırken, ilk kez Turgut Özal’la ters düştüm. Bireyin en temel hakkı olan siyaset yapma özgürlüğünü, hukuken suçu sabit olmadıkça, engelleyemezsin. Ötesi, oylamaya dahi götüremezsi n.
Bu çarpık mantıkla yola çıkarsak, nefret ettiği
miz adamı öldürelim mi diye referanduma gitmekte bile beis görmeyiz.
Ayrıca, yasaklarla sorunları çözemeyeceğimize dair sayısız tecrübeye sahip bir ulusun çocuklarıyız.
O nedenle, Bahçelievler’deki içki referandumunu, “demokratik tercih” bağlamında formüle edemeyiz.
Yarın biri de çıkar, “Tunalı Hilmi Caddesi’nde türbanlılar dolaşsın mı?” diye referandum yaparsa, şaşırmayın.
Efendim, onlar, üniversitelere türbanlıları sokmuyorlar. Onların ayıbıdır, utancıdır, yüz karasıdır. Yasaklar, tahammül direncini güçlendirmez, aksine ayrılıkları körükler.
Yılların düşmanlıklarını kardeşliğe dönüştürme yolunda önemli demokratik adımlar atılmaya çalışılırken, ayrılık tohumları ekmek niye?
İçki tüm kötülüklerin anasıysa eğer, çare, yasak değildir.