Medya kavgalarının sonu nereye varır?
Bilmem farkında mısınız; bir zamanlar “birinci sayfalar”dan yapıldığına tanık olduğumuz “medya kavgaları”, şimdilik “köşe”lerden yapılıyor olsa da, yeniden başladı ve duracağa da hiç benzemiyor... Bu kavgayı, öncekilerden ayıran özellik, “rakipler” arasında değil, daha çok, “içte” olması... Evet, eskiden, kavgayı “kervan başı” konumundaki Hürriyet başlatır, “rakip” konumundaki gazeteler de “bir-iki salvo”dan sonra susarlar, pısarlardı... Her defasında “Hürriyet’in dediği” olurdu... Şimdi ise; Hürriyet, “en iyi savunma, taarruzdur” ilkesinden vazgeçmiş ve kendini “savunma”ya odaklamış görünüyor!.. Evet, Hürriyet, sürekli “savunma”da!..
Bunda “vergi yaralı” oluşu ne derece etkili oldu bilemiyorum ama “rakip”ler iyi bastırıyor!..
Sizin anlayacağınız;
“Kıran kırana bir kavga” hüküm sürüyor ki; Hürriyet’in bu defa “galip” gelmesi hayli zor!..
Çünkü Hürriyet, “dış taarruz”lar kadar, bir zamanlar “kendi bünyesinde” bulunanların da ağır suçlamaları ile karşı karşıya!..
Bana öyle geliyor ki; “Perşembe’nin geleceğini Çarşamba’dan gören” Hürriyet, daha şimdiden bir “yenilgi psikolojisi”ne girmiş durumda!..
ESKİDEN “TEK SES” VARDI!
Eee, kolay değil tabiî...
Bir Hürriyet yazarının ifade ettiği gibi;
“Samsun” sigarasından “odun” çıktığı günler!.. “Kalantorlar”ın ancak Murat 124’e binebildiği, Anadol’un ise keçiler ve develer tarafından kemirildiğine inanılan günler!.. Yerlerin “kalebodur”larla değil, “muşamba”larla kaplandığı!.. Yeşilçam sinemasının “N’ayır-N’olamaz”lı filmler çevirip, taksilerin “damalı” olduğu!.. MTA Sismik-1 gemisinin “uzay mekiği” muamelesi gördüğü... İstanbul’dan Ankara’ya bir “Alo” diyebilmek için “6-7 saat” beklendiği!..
Özetle; “develerin tellâl, pirelerin berber olduğu” günler, çok gerilerde kaldı!..
O zamanlar;
Bir “höt” çekip, “insan hakları ve özgürlük talepleri”ni susturmak, “hırsızlar”ın, “soysuzlar”ın, “dinsiz ve donsuz”ların üstünü örtmek, “vergi kaçakçıları”nın duyulmasını engellemek belki mümkündü!..
Ama şimdi... “ilkokul”a gidenler bile dünyanın öteki ucundaki Avustralya ile konuşup, “kanguru”ların nasıl yavruladığını, yavrularını “kese”lerinde nasıl taşıdığını öğreniyor!..
“Görüntü”ler ise, şak diye “cep”lere geliyor!..
Demek istiyorum ki;
Amiyane tabiriyle, artık “maymunun gözü açıldı!”
Millet, çoğu şeyi yemiyor!
“Sansürcü”leri de biliyor, bankaların içini boşaltan “hortumcu”ları da!..
Millet, “batık bankalar”ın enkazının altından çıkan “vatansever”(!)leri de gayet iyi biliyor!..
Ve yine biliyor ki;
O zamanlar sadece sigaraların içinden “odun”lar çıkıyordu... Şimdi ise kâğıtları iyi yoğrulmamış olmalı ki, odunlar “gazeteler”in içinden çıkıyor!..
Onlar, “odunum da odunum” diye bir “inat” içinde!.
İşte bu “odun”lar yüzünden ki, “eski kavgalar”ı mumla arar olduk!.. Çünkü “seviye” iyice düştü!.. Eskiden “el”den düşmeyen kalemler, şimdi “ayak”larda!.. Ya kiralık, ya satılık!.. Kalemleri “tatmin” aracı olarak kullanan “bay” görünümlü “gay”ler de çoğunlukta ama, şimdilik mevzumuz onlar değil!..
EMİN ÇÖLAŞAN’DAN SALVOLAR!
Dedim ya; kavga, bütün hızıyla devam ediyor!.. Tabii sadece “rakipler” arasında değil, “kirli çamaşır”ları gayet iyi bilen “içten birileri” arasında da!..
Meselâ Pako’nun babası Bekir Coşkun’un, “onuncu köy”den de kovulup, onbirinci köye sığınmasından sonra, Emin Çölaşan; açmış ağzını, yummuş gözünü!..
Demiş ki;
“Bekir’e söylemiştim... Bu filmi sen de izleyeceksin, demiştim... Aslında 2 sene, iyi dayandı... Ama 2 senedir kafasında hep Hürriyet’ten kopmak vardı!..”
Çölaşan, Hürriyet’i de yerden yere vurmuş:
“Hürriyet gerçekten geçmişte yazılı basının amiral gemisiydi. Şu anda basının torpido botu bile değil.
En arka sıralarda yer alan bir şey.
Ama insanlarda bir Hürriyet alışkanlığı var. Ölüm ilanlarının çıktığı bir gazetedir.
Küçük ilanların çıktığı bir gazetedir.
Mal alıp satacaklar, kimlerin öldüğünü merak edenler ve birtakım yazarları okuyanlar, alışkanlıkla Hürriyet almayı doğal olarak sürdürebilirler.”
Çölaşan, Hürriyet’in “Umre açılımı”na da fena halde bindirip, demiş ki;
“Ertuğrul, Allah selamet versin, orada takke giydi.
Namaza durdu bizim şarapçı Ertuğrul.
Deveye bindi, öteki de devenin iplerini tuttu.
Ahmet Hakan denilen arkadaş... Ertuğrul ihrama da bürünmüş ama o fotoğrafları yayımlamadılar.
Tiraj patlaması yapmak amacıyla tezgahlanan bir soytarılığa tanık oldu tüm kamuoyu. Tiraj patlaması hesabı yaptılar, tam tersine tirajları düştü. Ne patlama oldu ne bir şey.
Hürriyet’in Atatürkçü, laik, Cumhuriyetçi okurları tahmin ediyorum bu olaya tepki gösterdi.
Ne oldu takkeli liboş Ertuğrul yarı hacı oldu.
Olay bitti.
Türkiye’de hacca, umreye gidecek, namaza duracak en son adam bizim şarapçı Ertuğrul’dur. Allah günahlarını affetsin. Şunu da söyleyeyim. Bunların üzerinde çok büyük ahlar var. Bir sürü insanın ahı var. Haksızlık yaptığı, gereksiz yere işten kovduğu binlerce insanın ahları bunların üzerinde.
Bu günahlarla bile binlerce defa hacca, umreye gitseler bunları affettiremezler.”
Hani derler ya;
“Eski dostlar düşman olmaz!”
Ne yalan söyleyeyim;
Emin Çölaşan’ın şu sözlerini köpeğin önüne atsan yemez!..
Demek oluyor ki;
Bunlar, eskiden de “dost” değilmiş!..
Hepsi de, “rol” kesmişler!..
Yadırgamadım desem, yalan olur!..
AAA, BEKİR BEDEL ÖDEMİŞ!
Ya Bekir Coşkun’a ne demeli?..
“Sırtını Hürriyet’e dayadığı” günlerde “millet”i karşısına almaktan çekinmiyor ve bu ülkenin insanlarına “göbeğini kaşıyan adamlar” diyecek kadar zıvanadan çıkıyor, “cahiller” deyip resmen ve alenen “hakaret” ediyordu.
Aynı Bekir Coşkun, şimdi diyor ki;
“Baskı yapılmadı, ama hissettim!”
Kimden?..
Elbette ya “Patron”dan, ya Ertuğrul’dan!..
Demek oluyor ki;
“Muhalif bir yazar olmanın bedelini ödedim!”
Ne bedeli?!?..
“Eski devirlerde” olduğu gibi işsiz-güçsüz kalıp, ya da “naylon gazeteler”de çalışmak zorunda kalıp “çay ve simite talim” etmek zorunda mı kaldın ki, “bedel ödemek”ten söz ediyorsun?..
“Hürriyet kadar güçlü başka bir finansal gruba transfer olmak” mıdır bedel ödemek?..
Aç mı kaldın, açıkta mı kaldın?..
Bekir Coşkun, eğer “28 Şubat süreci”nde “askerlerden brifing” alan yargıçlar tarafından yargılansaydı!.. Aynı askerler tarafından “andıç listeleri”ne alınıp; “hukuksuz gözaltılar” yaşasa, ya da “andıçlandığı” için işsiz kalsaydı, derdim ki; “bedel ödedi!”
Ama o günlerde, “köpeği Pako” ile sohbetler yapıyordu Bekir!.. Evet, “hükümete muhalif” idi ama “asker öyle istediği için!”
Şimdi kalkmış;
“Eski gazetesi Hürriyet” başta olmak üzere, “medya”yı suçluyor:
“AKP döneminde olup-bitene seyirci kaldık!.. Biz yıllardır Türkiye’nin başına çorap örüldüğünü toplumdan gizledik. ‘İyi gidiyor’ dedik... Evlere nohutlar, mercimekler gitti, yoksullar onlara oy verdi ve medya bunu sorun yapmadı.”
İşte buna, “zeytinyağı gibi üste çıkmak” denir!.. Ama, şurası doğru: Özellikle “Ergenekon Terör Örgütü”ne ve bu “silahlı örgüt”ün yaptığı “darbe plânları”na gerçekten seyirci kaldı Hürriyet!..
Bekir, söylesin bakalım;
“Göbeğini kaşıyan adamlar” konusunda yazdığı kadar, “tabancasının kabzasını okşayan” adamlar hakkında hiç yazı yazdı mı?..
Yoksa, “ortada kuyu var, yandan geç” numaralarına mı yattı?..
EŞEK; KİTAP TAŞISA DA, YİNE EŞEKTİR!
En başta söylediğim gibi;
Hürriyet iyice “elden-ayaktan düşmüş” olmalı ki; “ciddi eleştiriler”in yanısıra, “ti”ye alınmaya da başlandı!..
Meselâ, Yeni Şafak’tan Salih Tuna, Pazartesi günkü yazısını şöyle bitirmiş:
“Bu arada, hazır laf Ertuğrul Bey’ciğimden açılmışken, Doğan Yayın Grubu’na kesilen 3.7 milyarlık cezaya üzüldüğümü belirtmeliyim.
Hatta, üzülmekle kalmayıp, kendi çapımda mütevazi bir eylem de yaptım.
O gün gazete bayiine gittim ve 5 adet Hürriyet satın aldım.
Gelgelelim, Mehmet Yakup Yılmaz mı, Özdemir İnce mi, tam hatırlamıyorum, ikisinden birinin (pekala, ikisi birden olsun) yazısını okuyunca kızdım ve 5 Hürriyet gazetesinden 4’ünü çöpe attım; birini okudum.”
Salih Tuna’nın işte bu “ironik yazı”sına, Hürriyet’ten Mehmet Y.Yılmaz, hiç üşenmemiş “ciddi ciddi” cevap verip, demiş ki;
“Salih Bey’e, Hürriyet çalışanları adına teşekkür ederim.
Gösterdiği bu dayanışmaya istinaden kendisine bir uyarıda bulunmak istiyorum.
Gazeteleri çöpe atması iyi olmamış.
Böyle devam ederse, çöp kutusu, kendisinden daha akıllı ve daha bilgili olacak, ben söylemiş olayım!”
Mehmet Y.Yılmaz’ın dikkatinden kaçan bir şey var:
Bir çöp kutusu, eğer içine atılan gazetelerle “akıllı ve bilgili” olsaydı, sırtlarında “kütüphane” taşıyan “eşek”ler, herhalde şimdiye kadar “ordinaryüs profesör” olurlardı!..
Ama, “eşekler” yine eşek!..
“Kitap” da taşısa, “kütüphane” de taşısa!..
Siz, hiç, sırtında “odun” taşıdığı için oduncu, “kitap” taşıdığı için profesör, “adam” taşıdığı için adam olan bir “eşek” gördünüz mü?!?..
HEDEF GÖSTERMENİN DİK ALÂSI!
Hürriyet yazarları, özellikle “patron”larına kesilen “3.7 milyarlık vergi cezası”ndan sonra tam bir şok, tam bir “savrulma” yaşıyorlar!..
Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’ya bile “militan gazeteci” yaftası yapıştırmışlar ya, “gözü dönmüşlüğün derecesi”ni varın, siz hesaplayın!..
Bununla da yetinmemiş Hürriyet yazarları;
“Ergenekon Terör Örgütü”nün aleyhinde yazan gazetecileri “Liberal geçinen gizli faşistler” diye itham etmişler, iyi mi?..
Oysa, bu tür yazılar “kendileri” için yazıldığında, hemen avazları çıktığı kadar bağırmaya başlarlardı;
“Hedef gösteriliyoruz!”
Peki, be adamlar;
Sizin yaptığınız ne?..
Bu da bir “hedef gösterme” değil mi?..
Vakit’i yıllarca “hedef göstermekle” suçlamadınız mı?.. Sizin şimdi yaptığınız “gazetecilik” ise; demek oluyor ki, Vakit, yıllardır “gazetecilik” yapıyordu!..
Ve, son söz: Ne diyordu Hürriyet yazarı;
“Yalaka gazeteciler o zaman da vardı... Ama eskiden odunlar, sadece sigaradan çıkıyordu!”
Çok doğru, şimdi kartel gazetelerinin içinden çıkıyor o “odun”lar!..
Doğru söze ne denir?..
BİR GÜN HÜRRİYET DE YIKILIR!
Görünen o ki;
Hürriyet’in sonu da “Osmanlı”ya benzeyecek...
Malûm, Osmanlı da, bir “büyük beden”di!.. Ne var ki; “içten” ve “dıştan” gelen saldırılara daha fazla direnemedi ve sonunda yıkıldı!..
“Nasıl yıkıldığı”nın hikâyesini, Keçecizâde Fuad Paşa çok çarpıcı bir şekilde anlatır!..
Sultan Aziz devrinin Sadrazam ve Hariciye Nâzırı Keçecizâde Fuad Paşa Avrupa’da bir diplomatlar toplantısında bulunuyordu.
Söz arasında ortaya latife yollu bir sual atılır;
“Zamanımızın en kuvvetli devleti hangisidir?”
Keçecizâde Fuad Paşa, bu soruya tereddütsüz şu cevabı verir:
“Osmanlı İmparatorluğu!”
“Nasıl olur!” derler!..
“Çünkü” der;
“Siz dışarıdan, biz içeriden var kuvvetimizle yıkmaya çalıştığımız halde, o hâlâ ayakta duruyor!”
Sonunda ne oldu?..
“İç”ten ve “dış”tan gelen saldırılara daha fazla dayanamayıp, yıkıldı!..
“Rakip taarruzları”nı bilmem ama, “kirli çamaşır”ları ortaya çıkaran “içten saldırı”lara, daha fazla tahammül edemez Hürriyet!..
Direnmesi yıllar sürse de, bir gün yıkılır!..
Malûm ya;
“Batan gemi”yi ilk önce “fare”ler terkedermiş!..
==============
Washington, IQ, Marx!
“Ah bir mevzu olsa da, balıklama atlayıp demeci patlatsam” diyerek adeta pusuda bekleyen MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural; yine bulmuş bir mevzu, patlatmış demeci:
“Alfabeye Q, X ve W harflerinin eklenmesi Anayasa’ya aykırıdır!.. Hükümet PKK’nın isteklerine cevap vermektedir... Bu Türkçe’ye ihanettir, Türkçe’yi bozma girişimidir!”
Oktay Vural’a şunu sormak lâzım: “Alfabenin 29 harfi, sanki senin harflerin miydi?.. Senin alfabende A, B, C... var mıydı?.. Senin alfaben Elif, Be, Te, Se... diye başlamıyor muydu?.. O alfabeyle Türkçe konuşamıyor muydun?!?”
Şimdi kalkmış “Q, X, W”ye karşı çıkıyorsunuz... Yahu siz uzayda mı yaşıyorsunuz?.. “Taxi”yi veya “Marx”ı nasıl yazıyorsunuz siz?.. “Taksi”lerinde hâlâ “taxi” yazıyor, haberin var mı?..
Ya “Washington” yazarken, ya da “IQ seviyesi” derken “W” ve “Q”yu kullanmıyor musun sen?..
Bırakın şu “ucuz milliyetçilik ayakları”nı da, “harf”lerden yola çıkıp yeni “paranoya”lar üretmeyin!..
Merak ediyorum; “demeç” vermek için illâ “absürd” konuşmak zorunda mısınız?