Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Gerçek tarih yazmak

Gerçek tarih yazmak

Rousso’nun beğendiğim bir tespiti var, der ki: “Tarihi yazmak, tarih yapmaktan daha zordur.”
“Tarih yapmak” derken, tabii ki Malazgirt’i, Niğbolu’yu, Mohaç’ı, Varna’yı, Preveze’yi, İstanbul fethini hatırlamak lâzım. Bunlar da yetmez: Tarih bir bütün olarak, yani sosyal kurumları, askeri ve sivil teşkilatları, maliyesi, eğitim sistemi, mimarisi, toplum yapısıyla birlikte düşünülmeli.
Bunları yazmanın, bunları yapmaktan daha zor olduğu tespiti ilk bakışta biraz abartılı görünüyor. Ama, hâlâ doğru dürüst bir tarih yazamadığımızı hatırlarsanız, eminim Rousso’ya hak vereceksiniz.
Ne demişti Rousso? “Tarihi yazmak, tarih yapmaktan daha zordur.”
Doğrudur, çünkü siyaset, tarihçinin kalemini özgür bırakmaz. Siyasetçi, kendisini ibra için, kendi dönemini aklamak için tarihçinin kalemine hükmetmeye çalışır. Bunu kâh yasaklarla yapar, kâh tarihçiye makam, mevki, şöhret, servet vaadıyla...
Ve belgesel tarihin yerini hikayeler, faraziyeler, ilmî dayanağı bulunmayan tezler, hipotezler alır. Özellikle ders kitaplarına hükmetmek daha pratik, kolay ve etkili olduğu için, ders kitapları resmî ideolojinin istediği biçimde tanzim edilir. Tarih dersi geçmişi öğretmek amacının dışına çıkarılır. İdeolojinin emrine sokulur. Artık çocuklar, siyasete hükmedenlerin istediklerini öğrenmeye mecburdur. Bunlar da çoğunlukla övgüden ibarettir. Geçmiş hakkındaki hükümler ise tek kelime ile “sövgü”dür. Resmî ideoloji kendisini kabul ettirmek için geçmişi kötülemek zorunda. Zira parıltılı bir geçmiş üzerine aksak-eksik yenileşmeyi inşa edemezsiniz.
Örnek olması için, size bir belge sunacağım.
Tarih 3 Mart 1924. Yer Türkiye Büyük Millet Meclisi. Mecliste Hilafetin kaldırılması görüşülüyor. Kürsüde Rize Milletvekili Ekrem Bey. İkinci Meclis Zabit Ceridesi, cilt 7, s. 31’den özetliyorum:
“Efendiler, millete hizmet etmiş, tarihimizde, bir çok sadrazamlar gösterebilirsiniz. Fakat padişah göstermek için müşkilat çekersiniz. Bunların tahta bağlı olmalarının sebebi yalnız menfaat, ihtiras; bundan ibarettir...
“Türk milletinin bu kadar geri kalmasına sebep padişahlardır... Bu padişahlar bidayet-i saltanatlarında hiçbir şey yapmamışlardır...
“Bu tarihi (yani Osmanlı tarihini) yukardan aşağa tetkik ederseniz, hep cinayet, şahsi ihtiras görürsünüz...
“Sultan Fatih’den mi bahsedeceksiniz? Benim gözümün önüne, onun, sırf bir arzusu için, en kıymetli sadrazamımız olan Mahmud Paşayı katlettirmesi geliyor. Devri baştan aşağa cinayettir. Mazisi cinayetlerle dolu ve Türk milletine hizmet etmemiş bulunan bu aile...”
Nutuk sövmelerle, kınamalarla, lanetlerle sürüyor. Bin yıllık geçmiş karalanıyor. Arkasından henüz bir yaşına bile basmamış cumhuriyet övüle övüle göklere çıkarılıyor.
Tarih kitapları da işte bu bakış açısından yazılıyor. Tabiatiyle de ideoloji ilmin ve belgenin önüne geçiyor. İdeoloji yaldızlanıp uzun yıllar çocuklarımıza ezberletiliyor.
Fransa’nın Cezayir’e hakim olduğu dönemde, özellikle tarih kitapları Fransızlar tarafından yazılırdı. Cezayirli çocuklara okutulan bu tarih kitabının girişinde şu ifade yer alırdı: “Atalarınız Galyalılar uzun boylu, düz sarı saçlı, mavi gözlü insanlardı.”
Halbuki Cezayirliler ufak-tefek, kıvırcık saçlı, esmer oluyordu. Fransız işgalciler, kendilerini, Cezayirlilere ecdad olarak tanıtıyorlardı. Tarihi yeniden yazmak meselesi problemlerimizden biri olarak hâlâ karşımızda. Çünkü henüz gerçek tarihimizi yazamamışız. Gerçek tarih derken bütün peşin hükümlerden arınmış, ideolojik saplantılardan kurtulmuş, tabuların üzerine çıkmış tarihi kastediyorum. Yani belgesel tarihi, bilimsel tarihi...
İyi ama ders kitaplarının az-buz değiştirilmesi karşısında kızılca kıyametler koparan çevreler gerçeklerin bütünüyle kitaplaşmasına tahammül edebilirler mi?
Resmi tarihe göre, Sultan Abdülhamid hâlâ “Kızıl Sultan”dır. Sultan Vahideddin ise hâlâ da “vatan haini” sayılıyor.
Tarihe hâlâ duygularımız ve ideolojilerimiz hükmediyor!
Bir İngiliz Yahudisi, Sultan Abdülhâmid’e “Kızıl Sultan” derken, din haline getirdiği kininden hareket ediyordu. Kendi açısından belki haklıydı. Çünkü Sultan Abdülhamid, Filistin’i Yahudilere vermemişti. “Odalar dolusu altın verseniz memleketimin tek karış toprağını satmam” demişti. İngiliz Yahudisi “eli kanlı” anlamında “Kızıl Sultan” diyerek Abdülhamid’den intikam alıyordu.
O kendi açısından haklıydı: Peki ya bunu aynen tarihimize geçirenlere ne buyrulur?
Sultan Vahideddin’e hainlik isnadına gelince: Rahmetli Necip Fazıl, “Vahidüddin” isimli eserinde, Atatürk’ü Anadolu’ya padişahın gönderdiğini yazdı diye onsekiz aya mahküm olmuştu. Şimdi aynı gerçeği gazeteler yazıyor, televizyonlar söylüyor. Bize, devlet hazinesini Sultan Vahideddin’in beraberinde götürdüğünü okutmuşlardı, artık biliyoruz ki, şahsına verilmiş armağanları bile hazineye bıraktı. Ve bu yüzden yurt dışında sefalet içinde öldü. Borçlarına mukabil tabutuna bile haciz konuldu.
Yani Sultan Vahideddin, devlet hazinesini yurt dışına kaçırmadı. Sadece kendisi kaçmak zorunda kaldı. “Zorunda kaldı” sözünü burada bilerek kullanıyorum. Çünkü başka çaresi yoktu. Ya kalıp kendisine “vatan haini” damgasını çoktan vuranların insafına sığınacak, yahut kaçacaktı.
Kaçmasaydı, belki diğer hanedan mensupları gibi hırpalanacak, aşağılanacaktı. Belki olağanüstü mahkemelerde yargılanacak, “halife” ünvanına rağmen hakaret görecek, büyük ihtimalle de asılacaktı. En azından, bir sürü hakaret gördükten sonra sürgün edilecekti. Yassıada’da kurulan siyasi mahkemede Adnan Menderes’le arkadaşlarına yapılanları hatırlarsanız, Sultan Vahideddin’e yapılacakları tasavvur edebilirsiniz.
Son Padişah, yeni Türk devletinin temeline böyle bir olumsuzluk koymamak, ayrıca iki başlılığa meydan vermemek için kendini feda etti. Ona “hain” dediler, ama İstiklâl mücadelesini Anadolu’da başlattığı gerçeğini uzun süre saklayamadılar.
Kısacası, birileri bize, tarih kitapları aracılığıyla yalanlar söyledi. Ancak hiçbir yalan ilanihaye yutturulamaz. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Bir dane hakikat, bir harman yalanı yakar.”
Evet... Bütün tarihimizi yeniden yazmak zorundayız. İfrattan, tefritten, ideolojiden ve siyasetten arındırıp, sırf belgelere dayanarak ve ilmî gerçekleri dikkate alarak tarihimizi yeniden yazmamız gerekiyor.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi