Karısını aldatan bir adam, milleti de aldatır!
Ne yalan söyleyeyim; “o fotoğrafı” görünceye kadar, gündemimde ne “içki referandumu” vardı, ne de Can Dündar... HT Magazin’in, biraz da “ironik” şekilde verdiği “Can Boğaz’dan gelir” başlığını ve başlığın altında, bir teknede “bir kadınla öpüşen” Can Dündar’ın fotoğrafını görünce; “işte” dedim, işte “ilâhî adalet”in tecellisi!.. Sen “içki”yi savunur musun, sen, “milleti içkiden kurtarmak” için atılan bir adımın önüne “takoz” olur musun; işte böyle “kirli çamaşır”ların gözler önüne seriliverir!.. Hem de, “Melih Gökçek’i aşan bir güç”le, çarşafa dolanırsın!.. Ayağın kayıverir ve yuvarlanırsın çukura!.. Can Dündar, “ilâhî adalet”e inanır mı, bunun “ilâhî bir uyarı” olduğunu düşünür mü bilmem… Ama, Cenab-ı Allah’ın “haram” kıldığı “içki”yi savunan bir insanın “cezasız” kalmayacağı mutlaktı… Ki, sonunda “karısını aldatanlar” kervanına Can Dündar da katıldı…
NEREDE AŞK, NEREDE SAYGI?
Efendim, HT’nin Perşembe günkü “Magazin” ekinde; gazeteci Can Dündar’ın “Bebek kıyılarında romantik dakikalar yaşadığı, kız arkadaşıyla teknede öpüşürken yakalandığı” belirtildikten sonra, şu “ayrıntı” veriliyordu:
“18 yıldır Dilek Dündar’la evli olan ve bir çocuğu bulunan Can Dündar, yanında esmer bir kadınla Bebek’e geldi… Arabasını park ettikten sonra, yanındaki kadınla Boğaz’da çalışan deniz taksilerden birine bindi… İkili, tekne kıyıdan uzaklaştıktan sonra öpüşmeye başladı.
Yazılarında sürekli eşine duyduğu aşktan bahseden Dündar’ın bir kadınla yaptığı kaçamak, görenleri çok şaşırttı.
Dündar, geçen yıl eşine methiyeler düzdüğü bir yazısında şunları söylüyordu:
“Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi, aynı amaç için savaşan neferlerdik bu hayatta… Sevginin en büyük dostuydu bizim için ‘güven’… Ve güvenin ardına saklanmış bir ‘saygı’ vardı daima…”
İşte bunları yazan Can Dündar; adına ister “kaçamak yaparken” deyin, ister “karısını aldatırken” deyin “suçüstü” yakalanmıştı!..
Ne “aşk” ve “güven” duygusu kalmıştı ortada, ne de “saygı” denilen kavram!..
Ortada; “aldatan bir erkek” ve “aldatılan bir kadın” vardı!..
CAN DÜNDAR’DAN 3 YAZI
Olayın enteresan tarafı; sürekli “dürüstlük”ten bahseden ve meselâ Melih Gökçek’i “hinoğluhin düşünceler” içinde olmakla suçlayan işbu Can Dündar’ın, “güven ve saygı” edebiyatının ardına gizlenip “aşna-fişne” üzre yakalanmasıydı!..
Sen, karına “güven” vereceksin, ona “saygı” duyacaksın ama, beyninin kıvrımlarında onu “aldatmayı” düşüneceksin!..
Sormak gerekmez mi şimdi;
Sen mi “hinoğluhin plânlar” yapıyordun, Melih Gökçek mi?..
Olayı biraz daha açayım:
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, bir “referandum” yapmayı düşünür… Daha doğrusu, zaten yapılacak bir referanduma “içki” maddesini de ekletir!..
Çankaya sakinlerine sorulacaktır:
“Caddedeki restoranlarda içki satışı yapılsın mı, yapılmasın mı?”
Bu “referandum” meselesi basına yansıyınca, “en büyük tepki” Can Dündar’dan gelir… Alır eline kalemi, peşpeşe “3 yazı birden” yazar…
14 Eylül 2009 tarihli, “Gökçek’in tehlikeli oyunu: İlk içki referandumu” başlıklı yazısında der ki;
KİM DAHA ZEKİ?.. GÖKÇEK Mİ, DÜNDAR MI?
“İstanbul Beyoğlu’nda olsa kıyamet kopardı; Ankara 7. Cadde’de olduğu için pek ilgi çekmedi.
Konu, sel haberleri arasında boğuldu gitti. Oysa Başkent, tarihi bir oylamaya hazırlanıyor. Bahçelievler halkına ‘Semtiniz içkili bölge ilan edilsin mi, yoksa içkiden arındırılsın mı?’ diye sorulacak.
Yani ilk içki referandumu yapılacak.
•
Bahçelievler 7. Cadde, Ankaralı gençlerin buluşma ve eğlenme merkezlerinden biri oldu son yıllarda...
Barlar ve kafelerle canlandı.
Çankaya Belediyesi, 7. Cadde’nin trafiğe kapatılması için kamuoyu yoklaması teklif etti.
Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek teklifin üstüne atladı:
‘Referandum yapalım. Esnafa, vatandaşa soralım’ dedi.
Çankaya Belediyesi ‘Çok mutlu olduk’ açıklaması yaptı.
Oysa Gökçek’in başka hesabı vardı:
‘Orada son dönemde bol miktarda meyhane açıldı. Bölge sakinlerinden yoğun şikâyetler alıyoruz.
Hazır referandum yapmışken caddedeki restoranlarda alkollü içki satışını da halka soralım.’
•
Konu Büyükşehir Belediye Meclisi’ne geldi. Son anda referandum paketine ‘içki’ maddesi de eklendi.
Çankaya Belediye Başkanı, işin özüne itiraz etmedi; ‘İkisi ayrı ayrı oylansın’ demekle yetindi.
CHP’liler (tıpkı askeri yargı düzenlemesinde TBMM’de olduğu gibi) ‘uyudular’.
Önerge onların da desteğiyle oybirliğiyle kabul edildi.
CHP’li üyeler ertesi gün neye imza attıklarını anlayınca, ‘Valla fark etmemişiz, çok hızlı okudular, karambole geldi’ diye düzeltme istediler, ama artık çok geçti.
Gökçek, ‘Anlama kabiliyetlerini ölçmek lazım’ diye alay etti. Referandum tarihi olarak da 20 veya 27 Eylül’ü açıkladı.
20 Eylül, bayramın ilk günü...
‘Ramazan bayramında içki referandumu...’
Zekice değil mi?”
Olaya “Can Dündar’ın penceresi”nden bakarsanız, gerçekten de “zekice” bir düşünce!..
En az, “Can Dündar’ın plânı” kadar “zekice!” ve o kadar “sinsice!”
Öyle ya;
Sen evdeki “nikâhlı eş”inin karşısına geçip; “Sana güven duyuyorum!.. Sana saygı duyuyorum… Sana aşıkım” diyeceksin, ama öte yandan “tekneye attığın çıtır”la iş bitireceksin!.. Aşık olduğun kadını aldatacaksın!..
Ne kadar “zekice” değil mi?..
SU YÜZÜNE ÇIKAN CHP İÇİ KAVGA!
Olayın bir boyutu böyle!..
Gelelim, diğer boyutuna!..
Bu “referandum” hikâyesinde, Can Dündar’ın iddia ettiği gibi CHP’liler gerçekten “uyudular” ve “fark etmediler” mi, yoksa işin içinde “daha başka katakulli”ler de var mı?..
Efendim, öğrendiğime göre;
İşin içinde “uyuma” filan yok… İşin içinde “CHP’nin iç kavgası” var!..
Yani, “uyuma” değil, “uyandırma” var!..
Bakın, şöyle:
“Refandum” olayı “daha basına yansımadan” yani “referanduma CHP’lilerin de destek verip, kararın oy birliği ile alındığı” kamuoyuna yansımadan, Yılmaz Ateş, Genel Başkan Deniz Baykal’la konuşup, biraz “tahrik”, biraz da “tahkir” kokan bir üslupla der ki;
“Önder Sav’ın adamlarından ancak bu beklenir!.. Hepsi de Önder Sav’ın adamları olan belediye meclis üyeleri, AK Parti ile işbirliği yapıp, içki referandumuna onay verdiler!..
Yarın bir gün;
¥ “Sizce gençlerin caddelerde el ele tutuşup dolaşmaları, ulu orta koklaşmaları uygun mu, değil mi?”
¥ “Bölgenizde mini etekli kızlar, küpeli oğlanlar, eşcinseller görmek ister misiniz, istemez misiniz?”
¥ “Sizce semtimizde Ramazan davulu çalınmalı mı, yasaklanmalı mı?”
¥ “Cami hoparlörlerinin sesinin biraz kısılmasını mı isterseniz, açılmasını mı?”
Şeklindeki sorular da referanduma götürülmeye kalkışılırsa, ne deriz halka?..
Önder Sav’ın adamları ne yapmaya çalışıyor?.. Parti, bu işbirlikçilerin elinde oyuncak mı olacak?”
Yılmaz Ateş’in bu “tahrik ve tahkir” üsluplu konuşmasından sonra, Deniz Baykal “gereğinin yapılmasını” ister!..
Sizin anlayacağınız;
CHP içindeki “Önder Sav-Yılmaz Ateş” çekişmesi, işi bu boyutlara getirir!..
“Gereği” de yapılır!..
“Medya” harekete geçirilir, “Can Dündar’lar” devreye sokulur ve bir “mahalle baskısı” oluşturulup, “geri adım” attırılır!..
Nihayetinde, “son kararı” CHP’li Çankaya Belediyesi’nin vereceğini ve bu kararın oradan “geçmeyeceğini” gören Melih Gökçek, “vazgeçtim” der;
“İçki referandumundan vazgeçtim!”
GÖKÇEK, GERİ ADIM MI ATTI?
Peki, Melih Gökçek’in “vazgeçtim” demesi, bir “geri adım” mıdır?..
Bana göre, hayır!..
Çünkü Melih Gökçek, böyle bir girişimde bulunmakla, en azından “MHP’nin elindeki kozu” aldı!..
Çünkü MHP’liler; 29 Mart seçimleri öncesi gittikleri her ilçede, meselâ Çubuk’ta, meselâ Kazan’da; Gökçek’in 3 yıl önceki sözlerini çarpıtıp şöyle “propaganda” yapıyorlardı:
“Melih Gökçek’e oy verirseniz, genelevi sizin ilçenize taşıyacak... Siz ilçenizde genelev ister misiniz?.. O halde, Gökçek’e oy vermeyin!..”
Çubuk’a gidip böyle diyorlar, Kazan’a gidip halkı böyle kışkırtıyorlardı!..
Gerçi Melih Gökçek, bu “çamur”lara cevap verip; “Bunları kim söylüyor da ispat edemiyorsa alçaktır, şerefsizdir” diyordu ama, “çamur”u atanlar, “iz” bırakıyordu!..
Melih Gökçek, referandum girişimiyle, işte bu tür “saldırı”ların önünü kesmiş oldu… Bundan sonra, hiç kimse çıkıp da, “Melih Gökçek, içkili restoranlara onay verdi” diyemez!..
Haa, bu arada, olan Can Dündar’a oldu!.. Tam “içki avukatlığı”na soyunmuşken; “ilahî adalet”e bakın ki, şimdi kendisinin bir “avukat”a ihtiyacı var!..
Öyle ya;
“Aldattığı” karısına nasıl hesap verecek, kendini nasıl savunacak?!?
Neyse, orası “özel hayat”a girer!..
Malûm, “karı-koca” arasına girilmez!..
Ama, “dürüstlük”ten, “güven”den ve “saygı”dan söz eden bir adamın, bu kavramlara ilk önce kendisinin riayet etmesi lâzım!..
Çünkü, millet şöyle düşünür: “Karısını aldatan bir adam, pekalâ milleti de aldatır!”
“Güven” duygusunu “güve” yemeye bir başladı mı, her şey lime lime dökülür!..
Bilmem anlatabildim mi Can Bey!..
================
Bayramınızı tebrik ediyorum
“Müslümanım” diyen hemen herkes inanır ki; “ilâhî adalet” er veya geç tecelli eder… Cenab-ı Allah; gerek bu dünyada, gerekse ahirette, işlenen bir “suç”un, yenilen bir “hak”kın veya alınan bir “ah”ın hesabını mutlaka sorar, cezasını mutlaka verir!..
Bugün Ramazan Bayramı… “Bütün Müslümanlar” gibi, “gazeteciler” de bayramlarda “tatil” yapar, yakınlarıyla bayramlaşırlardı… Ta ki; Zafer Mutlu’nun; “Gazeteler, aynı zamanda ticarî bir kuruluştur!.. Bazı işçiler çalışırken, gazeteciler niye tatil yapıyor?.. Onlar da çalışsın, gazeteler Bayram’da da çıksın!” yazısını yazıp, Dinç Bilgin’in de bunu onaylamasına kadar!..
O tarihten sonra, “Bayram” gazeteleri çıkmaz oldu…
Tabiî, gazeteciler de “Bayram tatiline hasret” kaldı!..
Bunu yaptılar da ne oldu?.. O “kışkırtıcı yazı”nın yazıldığı Sabah, artık Dinç Bilgin’in değil!.. O yazıyı yazan Zafer Mutlu’nun da; bir “ticarî kuruluş” olarak işlettiği “okul”u yıkıldı!..
Onlar, kendilerine atılan “ilâhî şamar”ın farkındalar mı bilmem ama, gerçek ortada!..
Hem bunu hatırlatmak, hem de “Bayramınızı tebrik” etmek için bu yazıyı yazdım… Mübarek Ramazan Bayramı’nızı tebrik ediyor, bayramların “kardeşlik, dayanışma, huzur, barış ve özgürlük”lere vesile olmasını diliyorum efendim…