Oruç bize dedi ki, öğretti ki...
Kulluğun önemli bir göstergesi
olan oruç bize neler kazandırdı?
Ferd ve toplum hayatında önemli fonksiyonlar icrâ etti. Kalb, ruh ve akıl oruç ile tekâmül etti. Çünkü, oruçlu iken, hizmet edilen, ön plâna çıkan, mideye bağlı maddî duygular değil. Onlar bir nevî tatile çekildi; devreye kalb, ruh ve akıl girdi.
Mide dolu iken duygularımız, fonksiyonlarını kolay kolay icra edemezlerdi. Oburların akıl ve dikkatleri midelerinde, yiyecek, nefsî arzuların etrafında dolanmıyor mu? Akıl, kalb ve vicdân gibi duygu ve lâtifeler ulvî meselelere yönelir. Madde ağırlığını kaybeder, mânâ hâkimiyeti başlar. Oruç ile duygu ve hislerine gem vuranlar, başkalarının maddî esâretleri altına girmezler.
İçinde yüzdüğümüz nimetlerin, ülfet ve gaflet perdesiyle, kıymetini düşünemiyorduk. Bir şeyin kıymeti, en ziyade yokluğunda anlaşılır. Oruç ile nimetlerin değerini anlayan akıl, şükretmeyi de öğrendi. Çünkü oruç, şükrün anahtarıdır.
Oruç, âciz ve zayıf olduğumuzu hatırlattı. Vücut zaafiyetlerini ortaya çıkardı. Bizi bize anlatmakla nice haksızlık ve zulümleri önledi. Oruç dedi ki: Zulmeden zulme, haksızlık yapan, haksızlığa uğrar.
Oruç bizi âdeta melekleştirdi. Melekler yemezler, içmezler ve devamlı Allah’ı zikrederler.
Oruçlu bilhassa iftar vaktinde, maddî ziyâfetten daha ulvî ve lezzetli bir mânevî ziyafetin sevinci ve huzurunu duydu. Şöyle ki: Bir büyük zâtın, padişah, cumhurbaşkanı veya başbakanın ziyâfetine dâvetli olmak, nasıl ki, yenen yemeklerden daha büyük bir mânevî lezzet, zevk ve sevinç verir. Bunun gibi, şu yeryüzü sofrasında, ikram ve ihsanı bol olan Allah’ın, her gün yüzlerce çeşit nimetlerinin bulunduğu bir ziyâfetin dâvetlisi olduğunu düşünmek, ondan bin kere daha büyük bir lezzet ve sevinç verir.
Oruç bizi sabra alıştırdı. Böylece taşkınlıklardan kurtardı. Şiddet duygularını törpüledi. Emniyet müdürlüklerinin ilan ettiği, Ramazan-ı şerifte, suç oranlarının asgariye düşmesinin sebebi budur.
Oruç bizi sıhhate kavuşturdu. Bilindiği gibi açlık hastalıkları ortaya çıkarır. Bu ise tedâvî yolunu açar. Sonra açlık ile, bedene perhiz yaptırılır. Mideye bağlı olan bütün organlar, fabrikalar, âletler her sene bir ay dinlenir. Bir yönüyle, bakım ve restorasyona alınır. Oruç bir yönüyle zayıflama ekzersizidir de… Yüce Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuş: “Oruç tutun, sağlık bulun.” (Keşfü’l-Hafâ, 1:445.)
Oruç, yiyeceklerden hakiki lezzet almamızı sağladı. Hergün, durmadan yenen yiyecekler, bıkkınlık verdi, gerçek iştahı ve gerçek lezzeti kaçırdı. Oruç ile o ülfet kırdık ve hakiki lezzeti bulduk.
Oruç nefsimizin firavunluğunu kırdı. Nefis, her şeye gücü yettiğini, her şeyi kendisinin hallettiğini sanır. Oruç ile bu firavuniyeti yok olur.
Oruç, zengini, fakirin imdadına koşturdu. Oruç tutarak fakirliğin, açlığın ne demek olduğunu, bizzat yaşayarak öğrendik. Fakir-zengin, idâreci-idâre edilen, eğitilen-eğitici oruç ile aynı seviyeye geldi. Böylece kin, nefret gibi duygular yok olur. İçtimâî kavga ve gürültüler son buldu. Sosyal patlamalar önlendi.
Oruçla gayr-ı meşrû arzularımız, isteklerimiz, hırs, aşırı şehvet duygusu törpülendi. Oruçlu iken, meşrû cinsî münasebette bile bulunamayan ve kendini frenleyen; bu nefis terbiyesinden geçtikten sonra, başkalarının nâmuslarına göz dikemez; ırzları paymal edemez. Oruç, ifrat derecedeki şehvet kuvvetinin başına darbe indirir, onu vasata çeker.
Oruçla başkalarının malına el koyma duygularımız törpülendi. Zira, oruç hırsızlığı da önler. Bazı insanlarda başkalarının malına, mülküne sahip olma, alma, çalma hırsı var. Bir kısmında bu haslet, gemlenemez bir hale gelir. Oruç tutan biri, bir ay boyunca, izin olmadığı için, yani iftar topu atılana kadar yiyip içemez. Oruç, ona şu dersi verir: “Bu nimetler senin değil. Öyle ise izin verilinceye kadar el uzatamazsın!” Oruç tutan bir kimse, bu mânâyı aklına, kalbine ve vicdânına yerleştirir. Başkalarının mal ve değerli eşyaları ile karşılaştığında, hemen o ders aklına gelir: “Bunlar senin değil, el uzatamazsın!”
Oruç, hürriyet düşüncemizi de geliştirdi. Ni’met, ihsan, ikramlar Allah’ındır. Aciz ve zayıf kulların bunda herhangi bir katkısı yoktur. Onlar sadece bir tablacı, bir hizmetkâr, bir dağıtıcı, bir bekçi, bir nezaretçidirler. Hakiki mal sahibi olmadıklarına göre, onların karşısında eğilmeye, tabasbusa gerek yoktur, ihtiyaç yoktur, fayda da yoktur. Onun için âciz kullara değil, yalnız gücü sonsuz, ikrâmı ve ihsânı sonsuz olan Allah’a kulluk ederiz.
Oruçla nefsin esaretinden, köleliğinden kurtarıp, yüce duyguların hürriyetine çıkarız. Allah’ın emriyle, “nefsî arzular” etrafında -yeme, içme, cinsî münâsebette bulunma gibi- dolanmaktan vazgeçip; ulvî, yüce değerleri tefekkür ve terennüm ettik. Nefsin isaretinden kurtulduk, gerçek hürriyete kavuştuk.
NOT: Ramazan Bayramınızı tebrik eder, camiamız, İslâm ve insanlık âlemine hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim. Daha nice Ramazanlara…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.