Normale dönüşte kuvvetli adım: Türkiye- Suriye
Suriye sınırında alışılmış bayram manzaraları bu yıl görülmedi. Sun’i sınırlarla ayrılmış aileler, yerleşmeler ve toplulukların bayram buluşması, çok şükür olağana avdet etti. Maraş, Antep, Kilis, Halep... eskiden her biri bir menzildi. Bu kadim şehirler güçlü bir iktisadî ve kültürel bütünün parçasıydı. Halep’le irtibatlı Şam veya Trablusşam limanı bu ekonomik bütünlüğün tamamlayıcılarıydı. “Antepfıstığı” bu ad takılmadan önce “Şamfıstığı” idi. Yine Antep’te, Kilis’te, Urfa’da yetişirdi, fakat Şamfıstığı olarak tanınırdı.
Türkiye ile Suriye’nin ilişkilerini normale döndürmek için, zihinlerimizdeki parçalanmaları ortadan kaldırmamız gerekiyordu. Esas nokta: Türkiye ve Suriye’nin çatışarak, savaşarak birbirinden ayrılmamasıdır. Haleb’in Millî Mücadele sırasında çok güçlü bir Kuva-yı Milliye teşkilatına sahip olduğunu, teşkilatta hatta “Arap milliyetçisi” olarak tanınan isimlerin de yer aldığını, yakın dönem tarihinden sorumlu olan inkılâp tarihçileri bilmezden gelirler! Arapların bizi arkadan vurduğu sakızını çiğnemeyi meslek edinenler, emperyalistlerin oyununa gelen Hüseyin’in oğlu Suriye kıralı Faysal’ın bile Halep’e gelerek Fransızlara karşı Ankara yönetimi ile anlaşma çareleri aradığını bilmemizi istemezler!
Bu iki ülkenin halkları kendi iradeleriyle ayrılmadılar. Bu ayrılık, Osmanlı sonrası dünyayı tanzim eden emperyalist güçlerin çerçevesini çizdiği bir dünya idrakine dayanıyordu. Türkiye Suriye ilişkileri bir aralar o duruma gelmişti ki, sınırboyuna karşılıklı mayınlar döşenmişti. Ülkeler birbirlerinden kolaylıkla alabilecekleri ürünleri, uzak yerlerden tedarik ediyorlardı. İttihatçılığın Arap âlemindeki devamı Baasçılık Türkiye karşıtı bir ideoloji idi aynı zamanda.
1993’de kara yoluyla ve binek otomobillerimizle hacca giderken Haleb’de ve Şam’da kısa süre de olsa duraklamıştık. Halep kalesini gezerken etrafımızın sivil görevliler tarafından çevrilmesi üzerine bu arzumuzdan vazgeçmek zorunda kalmıştık. Cilvegözü kapısından girerken, ne kadar bekletildiğimizi, rüşvet vermemek için nasıl direndiğimizi ve sonunda yol azığı olarak yanımızda bulunan pasta ve çörekleri bırakarak geçebildiğimizi, yol boyunca bizi takip eden kocaman Hafız Esed heykellerini ibretle temaşa ettiğimizi unutmamız mümkün değil.
İlişkiler yumuşadıktan sonra Türkiye Yazarlar Birliği seçkin bir yazar ve ilim adamı topluluğu ile Halep ve Şam gezisi düzenlemişti. Bu seyahat ilk görüşümüzle farkı açıkça ortaya koyuyordu. Artık etrafımız ajanlarla çevrilmiyor, gittiğimiz yerlerde ilgi ile karşılanıyorduk. Buna rağmen, Şam’da Merce meydanına bakan İçişleri Bakanlığına ait binanın bahçesindeki Osmanlı’dan kalma ve üzerinde yazılar olan sütunun resmini çekmek istediğimizde engellenmiş ve “sütun resmi çekeceksen Emeviye Camii’ne git!” şeklinde bir tavsiyeye maruz kalmıştık!
UNESCO’nun 2007’yi “Mevlâna yılı” ilân etmesi dolayısıyla, TYB’nin Halep’te düzenlediği “Mevlâna Günleri”, bizim için Halep’le ilgili hafıza tazelemesinin vesilesi olmuştu. Halep Mevlâna’nın tahsil gördüğü şehirlerdendi. Daha sonra Şems’in izinde bir kaç defa Şam yolu üzerindeki Halep’e gelip gitmişti.
İslâm dünyası, 20. yüzyılda siyasî olarak parçalandığı gibi, zihnini, zihni faaliyetler sonucu meydana getirdiği ortak mirası da bütün olarak koruyamamıştı. Coğrafyalar, ülkeler paylaşıldığı gibi, geçmiş büyükler de paylaşılmıştı. Müşterek medeniyet dairesinde yetişmiş olan büyük şahsiyetler, ya etnik menşelerine, ya yaşadıkları coğrafyaya veya eserlerinde kullandıkları dile göre sahiplenilmişti. Mevlâna gibi bazı büyük şahsiyetler ise, bir ülke veya halkın inhisarında kalmadı. Doğduğu Belh şehri şimdi Afganistan sınırları içinde olduğu için Afgan, eserlerini farsça yazdığı için Fars, Anadolu’da yaşadığı ve vefat ettiği için Türk sayıldı... Soyunun ilk İslâm halifelerine, hatta Hz. Muhammed’e kadar ulaştığı iddiaları, Arapların da Mevlâna’ya sahip çıkmalarının sebebi olabilir!
İki ülkenin halkı, artık vizesiz seyahat edebiliyor. Bununla ilgili karar İstanbul’da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’le Başbakanımız Tayyip Erdoğan arasındaki görüşmede alındı ve yıldırım hızıyla uygulamaya konuldu. Dışişleri Bakanımız Ahmet Davudoğlu’nun beyanına göre, bu önceden tasarlanmamış bir sonuçtu. Daha azına (vize ücretlerinin düşürülmesi gibi) razı olunacakken, vizenin tamamen kaldırılması sonucuna varılmıştı.
Türkiye Suriye ilişkilerinde normale dönüşte çok kuvvetli bir adım atıldı. Bu ticareti, iktisadı etkilediği gibi, sosyal ve kültürel ilişkileri de etkileyecek. Irak’ın normalleşmesi ve akabinde aynı yönde bir gelişmenin bu ülke ile yaşanması, sonuçları dünya ölçeğinde hissedilecek bir değişimin başlangıcı olacaktır.
“Mâni zâil olunca memnû avdet eder.” Mecelle’de ifade edildiği üzere, engel yok olunca, yasaklanmış geri döner! Mani, 20. Yüzyılın başında emperyalist sistemin çizdiği sentetik sınırlardı. Türkiye ile Suriye’nin yakınlığı memnû (yasak) idi. Elhamdülillah mâni zail oldu! İki ülkenin halkları arasındaki müşterekler, sayılamıyacak kadar çok. Kardeşleri bir süre için de olsa birbirine düşüren, sun’i ayrılıklar ise artık tarihin çöplüğüne atılmış olmalı...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.