Kürtlerle bayram yapmak
Kavuşmanın, paylaşmanın ve anlamanın mevsimi olan bayram bitiyor. İnsanlar sarıldılar birbirlerine, kucaklaştılar. Sormadılar bunu yaparken Kürt müsün, Laz mısın, Gürcü müsün? diye.
Etnik kökenleri aşan 'ulus'-üstü bir kutlama bu. Yalnız Türkiye'de de yaşanmadı bayram. Tüm Müslümanlar kutladı dünyanın her yanından. Yani 'ulus devlet' ötesi bir duyuştu, tecrübeydi Ramazan ve bayramı... Ulus-devletler yaratmadı onu, 'ulusal' sınırlar sınırlayamadı. Daha derinlerde oluşan bir 'ortaklık' hissi, hatta bilinciydi.
Bu özellikleriyle bayram, Türkiye Müslümanları için bir fırsattı 'ulusallık' adına birbirlerini ötekileştirmeden bir arada yaşamanın imkânlarını yeniden düşünmek için. Fırsat, Türkler için, Kürtlere ötekileştirici, dışlayıcı ve hatta aşağılayıcı bir ulus devlet gözüyle bakmaktan vazgeçmektir. Kürtler için ise fetiş hale getirilen yeni bir 'Kürt ulus devleti' uğruna tek parti diktatoryasına razı olmadan demokratik ve çoğulcu bir ülkede Türklerle birlikte yaşamanın yolunu bulmak ve yapmak...
Ötekinden 'arıtılmış', 'tektipleştirici' bir ulus devlet cehennemdir, adı ne olursa olsun. Faklılıklarımıza, özgünlüklerimize ve özgürlüklerimize tahammül göstermeyen bir devlet, birlikte yaşamanın değil, ayrışmanın adresi olur. Ama daha da önemlisi toplumun 'farklı' olanla ilişkisi. Kürt açılımının en kritik noktası da bu; devlet, inkâr ve baskı politikalarının sonunun geldiğini anlamışken toplum, 'değişim' ve 'demokratikleşme' sürecine ne düzeyde destek veriyor?
Aslında Kürtlerle birlikte yaşayıp yaşamayacağımıza biraz da 'toplum' karar verecek. Toplumun bunu başarması yıllardır maruz kaldığı türdeşleştirici ve otoriter 'ulus devlet eğitimi'nin parametrelerinden çıkmasına, bu ülkenin çok kültürlü geleneğini keşfetmesine bağlı. Bayramını kutladığımız İslam, Türk'ün Kürt'e, Arap'ın Acem'e, Çerkez'in Laz'a 'ırkî' bir üstünlüğü olamayacağı düstûrunu va'zediyor ama, dindarlar coşkulu bir milliyetçiliğin de etki alanında. Her durumda anlaşılması gereken asgari realite şu: Devletin tek bir ulustan oluşması, yurttaşların tek bir anadilde konuşması, halkın tek bir dine ve mezhebe iman etmesi hem mümkün hem de şart değildir. Aksine modern ve güçlü bir siyasal toplum olmanın şartı, etnik, dinî ve ideolojik çeşitlilikleri barış içinde bir arada barındıracak siyasal ve sosyal mekanizmalar geliştirmek.
Bu da demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti rejimi demek. Kim korkuyor bu değerlerden ve kurumlardan? Egemenliklerini ve avantajlarını halkla paylaşmaya yanaşmayan 'otoriter devletin bürokratik seçkinleri' ve onların sivil uzantıları... 'Demokratik açılım Türkiye'yi bölecek, ulus devleti ortadan kaldıracak' iddiaları da 'korku siyaseti' yoluyla toplumu, özellikle de muhafazakâr ve milliyetçi kesimleri 'denetleme' stratejisinin yeni bir uygulaması. Özgüven, çoğulcu kültürel geleneğin hatırası ve sağlam ortak değerler korkunun panzehiri. Kuşkusuz, Ramazan ve bayram 'ortak değerler'in önemli bir zemini. İslam, ortak yaşamın, entegrasyonun, sosyalleşmenin vazgeçilmez bir 'kolaylaştırıcısı'. Din, önemli bir 'ortak payda', vatandaşlık bir başkası...
Yani demokratik, çoğulcu, insan haklarına saygılı bir hukuk devletinin vatandaşı olmak birlikte yaşamanın siyasal zeminini, İslam ise sosyal zeminini oluşturuyor. Dolayısıyla siyaset de mesûl farklı etnik grupların barış içinde birlikte yaşamasından toplum da. 'Birlikte yaşamak' sadece ortak değerler, kurumlar üzerinde gerçekleşmez. Aslında ortak değerlerde buluşmayı mümkün kılan 'farklılıkları' bilmek, onları doğal ve meşru saymak, saygı duymaktır. Yani, Kürt'ün anadiline saygı duymayan, konuşulduğunda rahatsız olan, onu yabancı gören, görünmez kılmaya çalışan bir kişi dinî değerler ve vatandaşlık ortak paydalarını da etkisizleştirir. Kürt'le sadece bayramı değil 'farklılıkları'nı da kutlayıp, kutsamalıyız.